Sabahleyin... Önlerinde koca bir ömür duran cıvıl cıvıl gençlere kültürel etkinliklerinin ilk konuşmasını yapmak üzere...
İstanbul’un çok köklü okullarından
Kabataş Lisesi’ne doğru yola koyulduğumda...
... bir yandan da muhtemel yazı konularını düşünüyordum.
Bir gece önce, Ali Babacan’la artık gelenekselleşmiş sayılabilecek uzun ve verimli çalışma yemeği başlı başına bir yorum konusuydu... Üstelik
Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı ve
Merkez Bankası Başkanı Dursun Yılmaz da vardı...
Günü tam saha kaplayan ve Türkiye’nin başta ABD olmak üzere diğer transatlantik ülkelerle ilişkilerinin geleceğini belirleyebilecek, İran’a
yaptırımların oylanacağı BM
Güvenlik Konseyi toplantısı ise bir diğer kallavi konuydu.
***
Ama gazeteleri dipli köşeli okurken, epeydir peşini kovaladığım ve nihai gelişimini sadece iki gazetede okuduğum bir haber, hem özel hassasiyetim, hem de fikr-i takip nedeniyle öne çıktı.
Beni dün tüm diğer gelişmelerden çok daha fazla etkileyen haber şöyleydi:
“
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 16
Mart 1978’de
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde atılan
bomba sonucu 7 sol görüşlü öğrencinin yaşamını yitirmesine ilişkin
katliam davasının zamanaşımına uğramasına yol açan cumhuriyet savcıları ve hâkimlere ceza verileceğini söyledi.
Ergin, bu amaçla hazırlanan
soruşturma dosyasının Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu’na (
HSYK) sevk edildiğini açıkladı. HSYK’nın ceza istemini onaması halinde, hâkimlere zamanaşımı nedeniyle, ender rastlanan bir yaptırım uygulanmış olacak.
Katliamı gerçekleştirenlerin yargılanması için 1988’de bir dava açıldı, ancak
delil yetersizliğinden dava düştü. 1995’te ikinci dava açıldı ancak İstanbul 6. Ağır
Ceza Mahkemesi, zamanaşımı gerekçesiyle davayı ortadan kaldırdı.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 1
Şubat 2010’da davayla ilgili temyiz incelemesini sonlandırarak ‘İstanbul 6.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Beyazıt’ta 30 yıl önce yedi öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan davaya ilişkin verdiği ‘
zaman aşımı’ kararında hukuka aykırılık bulunmadığına’ hükmetti.
Mahkemenin zaman aşımı kararından sonra dönemin Adalet Bakanı
TBMM Başkanı Mehmet Ali
Şahin, kendisinin de katliamın görgü tanıklarından olduğunu belirterek, zaman aşımı kararında ihmali bulunanlar hakkında soruşturma açılacağını söyledi.
BDP
Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, TBMM’ye verdiği önergede Baş
bakan’a, Şahin’in başlattığı soruşturmanın akıbetini sordu. Erdoğan adına önergeyi yanıtlayan Bakan Ergin, Adalet Bakanlığı’nın yürüttüğü soruşturmaya ilişkin olarak özetle şu bilgeleri verdi:
‘Sanıklar hakkında İstanbul 6.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1995/128 esasına kayden açılan kamu davasını, 30 yıllık süre içerisinde sonuçlandırmayarak zamanaşımına uğramasına sebebiyet veren ilgili cumhuriyet savcısı ve hâkimler hakkında, bakanlığımızca soruşturma başlatılarak, kusurlu görülen cumhuriyet savcısı ve hâkimler için
disiplin yönünden gereğinin tayip ve takdiri için soruşturma evrakı HSYK’ya tevdi edilmiştir.’”
“
Zamanaşımına neden olan savcı ve hâkimler” hakkında yargıda ender rastlanan bir karar verilmiş olsa da, 16 Mart Katliamı’nın tüm kamuoyunca bilinen zanlıları kurtulmuş oluyor...
***
12 Mart 2010 tarihli “Gladio dimdik ayakta” başlıklı yazımda şöyle yazıyordum:
“Eski Bakan Mehmet
Ali Şahin bakmış ki sorun çözülmüyor, iki
müfettiş görevlendirmiş...
Müfettiş incelemesi sonunda ortaya çıkacak duruma göre yetkilerini de sonuna kadar kullanacağını net bir şekilde ifade etmişti.
Sonra dün, Yargıtay’ın zaman aşımını onayladığını ve dosyayı kapattığını okudum.
Meclis Başkanı
Mehmet Ali Şahin ve şimdiki Adalet Bakanı
Sadullah Ergin’e yeniden bir sorum var...
Dışarıda
Ergenekon izi sürülürken, içerlerde Ergenekon’u sağ salim kıyıya çıkaran, 33 yıl boyunca süreci hiç sektirmeden izleyen, izledikçe de koruyup kollayan bu irade neyin nesi, kimin fesidir?
Bakmayı ve ilgilenmeyi acaba düşünür müsünüz?
Aksi takdirde Ergenekon’un peşinde koşmak fazla işe yaramayacak, çünkü Gladio orada dimdik ayakta...”
***
16 Mart Katliamı, yedi öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı ve silahlı bir saldırı...
Üstelik katliamın sorumlularını bütün kamuoyu biliyor...
Ama sanıklar otuz yıl boyunca himaye görüyor ve dava zaman aşımına uğratılıyor...
Rahatça
cinayet işlenen, katillerin devlet içindeki odaklar tarafından açıkça himaye gördüğü bir ülkeyiz...
Bununla ilgili bir gelişme, sizce de en önemli konu olmayı hak etmiyor mu?