İsrail Başbakanı
Netanyahu,
Gazze ablukasını gevşetmeye hazırlanıyormuş. Demek ki, barış gemilerinde şehitlerimiz boşuna ölmediler, gaziler boşuna o eziyetleri çekmediler.
Bu adım,
Türkiye'nin bölgede, hatta dünyada sözü dinlenir bir uluslararası aktör olma yolundaki yürüyüşüne yeni bir
mevzi kazandırmış oldu. Görüldü ki, bu topraklarda kımıldamaya devam eden bir ruh var ve birilerine o kımıldayan ruhun ne olduğunu azıcık göstermemiz bile yeterli olabiliyor.
İtiraf edelim ki, bu ruhun en az farkında olanlar bizleriz. Son yıllarda
İslam dünyasında Türkiye'nin önder rolü gözle görülür bir artış içinde. Diyebiliriz ki, uzun süredir boş duran Enver Paşa ve
Mustafa Kemal Paşa'nın
imaj tahtlarına günümüzde Recep
Tayyip Erdoğan oturmuş durumdadır.
Sevgili
Adem Özköse, "Yeni Dünya" dergisine verdiği mülakatta Gazzelilere "İslam dünyasını siz kurtaracaksınız" deseniz gülerler ve size dönüp "
Hayır, siz, yani
Osmanlı'nın torunları kurtaracak" diye
itiraz ederler, demişti. Adem Özköse aynı söyleşide İsrail'in 2008 Gazze katliamı sonrasında karşılaştığı bir
Hamas liderinin kendisine şöyle söylediğini aktarıyordu:
"Osmanlı bizim babamızdı,
hasta da düşse, zayıf da düşse bizim babamızdı. Babanız gittiği zaman yetimlik duygusu yaşarsınız. Keşke Osmanlı zayıf da olsa keşke olsaydı. En azından babamız olduğunu hissederdik. Şu an biz yetimiz. Osmanlı gitti ve yetim kaldık."
Aynı şekilde Hamas lideri
Halit Meşal'ın evine bayram ziyaretine gittiğinde şimdi rahmetli olan babasının "Nerdesiniz? Ne zaman geri dönecekseniz topraklarınıza" derken hüngür hüngür ağladığını da aktarmış ve ilave etmişti: Halit Meşal'in özel odasında çerçeveletilmiş bir "Osmanlı devlet arması" duruyordu.
Kendimize hangi gözlükle baktığımızı ve bu gözlüğün hangi emperyalist tezgâhlarda imal edildiğini görmek için biraz dikkat yeterli aslında.
Bize ne oldu sahiden de?
Bedenlerimiz kurtuldu ama zihinlerimiz zindanlara atıldı. Rahmetli
Cengiz Aytmatov'un deyişiyle, Mankurtlaştırıldık. Adımız, sanımız değiştirildi. İdraklerimize Cemil Meriç'in dediği gibi 'deli gömlekleri' giydirildi.
'Pis Arap yaveleri', 'Yalelliler', "Ne Şam'ın şekeri, ne Arap'ın yüzü' diye vücudumuzun onsuz maz bir parçasını zihinlerimizden kovdular.
Herkes bize düşmanmış! Bizi bizden başka seven yokmuş. Ve Milli Şef bizi bizden iyi bilir, düşünür ve korurmuş.
Asında sevgili oğulları Ömer ve Erdal'ın Uludağ'a kayak yapmak için vali refakatinde gidişlerini gazetelerin manşetlerine çıkarmaları için Çankaya'dan hususi emir verilmesi, hepimizin iyiliği içinmiş de haberimiz yokmuş. Maksat, kayak sporunu geliştirmekmiş!
Tabii o sırada çocukların karneyle aldıkları 300 gram ekmeği yerken tazecik boğazlarına
arpa kılçıkları saplandığından haberleri yoktur zat-ı devletlerinin.
Toplumu karamsarlığa sürükleyecek haberlerin bile yasaklandığı bir devirdir. Hatta cenaze selaları bile (o da Türkçeye çevrilmişti çoktan) resmen yasaklanmıştır.
İş bu "sessuzluk" devrinde Stalin'in zulmünden kaçan
Rusya Yahudilerinin Türkiye üzerinden
Filistin topraklarına göç etmesine imkân tanınmış, İsrail devletinin kurulmasına giden yolda en büyük insanî iyiliklerden birini yapmıştık.
Düşünün ki, gerek
Almanya, gerekse
İngiltere, Yahudi göçmenlerin geçişine izin vermememiz için bize
baskı üstüne baskı yapmaktaydılar. Buna rağmen Türkiye, Yahudilere Filistin topraklarına kapağı atmaları için
yardımcı olmaktan çekinmemişti.
Dr. Erhan Yarar'ın değerli araştırmasına göre ("Tarihsel Dönüşüm", Ank. 2006, Siyasal Kit., s. 166-7) Türkiye, İstanbul'a gelen 712
İspanyol Yahudi'si mültecinin iaşesi için Kızılay'a
Maliye bütçesinden 30 bin lira aktarmıştı. Aynı şekilde mültecilerin Giresun'a yerleştirilmesi,
Yunan bakanlarından Foçyos'un ailesiyle birlikte Filistin'e gitmesine imkân sağlanması, yüzlerce Yahudi'ye Türkiye'de ikamet izni vermesi ve daha sonra gerek karayoluyla, gerekse denizyoluyla Filistin'e gitmelerine imkân tanıması, bir kısım Yahudi'nin doğrudan Filistin uyruğuna geçmesine izin vermesi devede kulaktır sadece. (
Dışişleri mensuplarımızın Almanya'daki Nazi ve Fransa'daki Vichy rejimlerinin elinden yüzlerce Türk olan veya olmayan Yahudi'yi kurtardıklarını biliyoruz.)
Tek Parti döneminde İsrail devletinin temellerinin atılmasına katkı sağlayan bu insanî yardımlara mukabil, Türkiye'ye defalarca teşekkür
mektupları gelmesinden de anlıyoruz ki, bunlar hayatî önemde yardımlardır. İsrail'in kurulmasına giden yolda kritik çalışmalara
imza atan Filistin Yahudi Ajansı'nın başkanları Dr. Mordecai Eliash ve sonradan İsrail'in ilk
cumhurbaşkanı olacak olan Chaim Weizmann'ın şükran mektupları bu yardımın en somut kanıtları.
İşte
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde bulduğumuz 1945 tarihli bir
belge, bugün Gazze'deki Filistinlilere insanî yardım yapmak üzere harekete geçenleri katliamla durduran nankör Yahudilere, en zor zamanlarında yine bu topraklarda kucak açıldığını göstermesi bakımından önemlidir.
Belgenin orijinali Arap harfleriyle yazılmış olup sonradan Latin harflerine aktarılmıştır. Her ikisinin de fotokopilerini tarihe not düşmek maksadıyla ilginize sunuyorum.
Mektup şöyle:
"
Musevi göçmenlerinin Türkiye tarikiyle Filistin'e
transit geçmelerini tanzim hususunda iraz ettiği [gösterdiği] yardım ve muaveneti Türkiye'deki mümessilimizden derin bir memnuniyetle öğrendim. Bu hususta Türk makamları tarafından ittihaz olunan insanî ve müşfik hatt-ı hareket binlerce Musevi mültecisinin düşman istilası altındaki memleketlerden kurtarılması için amil olmuştur.
Bu yardımdan dolayı samimi teşekkürlerimizi lütfen kabul buyurunuz. Bu çok müsta'cel [acil] meselede zat-ı devletlerinin ve hükümetinizin dostane ve muavenetkâr alakalarına devam edeceğine emin bulunuyorum."
İmza yerinde "Hürmetkârınız Weizmann, Reis-Filistin Yahudi Ajanlığı" yazılıdır. Alta şu not düşülmüş: "Mektubun aslı ve ilişiği Hariciye Bakanlığı Hususi Kalem Müdürü Şadi Kador'a gönderilmiştir. 24. 1. 1945." (Belge no: 030.10.110.736.16)
İsrail unutmasın ki, en zor zamanında yine de bu devlet imdadına yetişmişti.