Bir de Ahmet Can var... Akıbetleri hakkında bilgimiz yok. Gelen son haberlere göre, Bülent
Yıldırım, Hakan Al
bayrak, Osman
Atalay ve
Mustafa Özcan tutuklanmışlar.
Birkaç gün önce, Hüseyin Kartal’ın İHH binasını çaprazdan gören sahaf dükkânında oturmuş, “gidenler” hakkında konuşuyorduk.
Fellini’nin “Ve
Gemi Gidiyor”undan
bahis açıldı.
Salih Tuna, bu başlıkla bir yazı yazmak istediğini ama “anlaşılamayacağı” için vazgeçtiğini söyledi.
Benim içimde tuhaf bir huzursuzluk vardı.
İHH binasının uzak ışıklarına bakıyorduk ve içimizi serinletecek bir haber bekliyorduk...
Ne çayın tadını alabilmiştik, ne de Hüseyin Kartal’a takılmalarımızın.
Gemi gitmişti...
Fellini’nin gemisinden farkı, içinde “insanlığı yeniden diriltecek bir
müjde” taşımasıydı. Eciş bücüş kadınların, asillerin, yoksulların, işçilerin, operacıların, tiyatrocuların, gergedan bakıcılarının yerinde kararlı ve “
İsrail zorbalığına karşı onurlu ve dik bir duruş nasıl sergilenir?” sorusunun cevabı olan insanlar oturuyordu.
Bülent Yıldırım o gemideydi...
İlginç bir tevafuk... Geminin hareketinden üç gün önce, yine Hüseyin Kartal’ın dükkânında otururken, Bülent Yıldırım içeri girmiş, oturur oturmaz bazı anlayışsızlıklardan ve “bürokratik engellerden” yakınmıştı.
İki yıldır karşılaşmıyorduk...
Biraz yaşlanmış gördüm. Sakallarındaki aklar artmış, yüzünün çizgileri derinleşmişti... Nasıl güzel bir çehresi vardı! “Çok iyi bir iş yapıyorsunuz...” dedim. Dua ettim. Tanıdığım tüm insanların dua ettiğini söyledim. Adet olduğu üzere, Hüseyin Kartal’la günlük şakalaşmalarımız yaptık ve ayrıldık.
Bülent şimdi İsrailli zorbaların elinde...
Hakan
Albayrak da orada.
Son yazısını gemiden yazıp yollamıştı. “Gemideki son durumu” anlatıyordu: “Yarın ve son
raki günlerde başımıza nelerin geleceğini bilmiyorum. Ama yeni bir dünyanın şekillenmekte olduğunu ve ‘Gazze’ye Özgürlük Filosu’nun bu sürece önemli bir katkı teşkil ettiğini, Cenâb-ı Hakk’ın bizi büyük bir devrimde enstrüman olarak kullandığını iliklerime kadar hissediyorum” diyordu.
Hep acelesi vardır Hakan’ın...
Aceleyle girer, aceleyle oturur, aceleyle kalkıp gider...
Ne zaman Hakan’lı bir ortamda bulunsam, onu bir yerlere yetişme telaşı içinde bulurum. Hakan durmaz... Hakan yetinmez... Hakan üşenmez... Hakan hep bir şeyler yapmak ve “o yere” yetişmek ister... Tanıdığımdan beri böyledir. 23 yıldır böyle...
Tutuklular arasında Mustafa Özcan ve Osman Atalay da var.
Mustafa’yla halleşmek kaç yıldır naip olmuyor ama Osman (bir yerlerde değilse eğer), mutlaka akşamları sahaf dükkânına uğrar, mutlaka “günlük geyiğini” yapar... Hareketlilikte Hakan bile yarışamaz onunla... Bir Filistin’de görürsünüz, bir Somali’de, bir Filipinler’de, bir Afganistan’da... İHH adına gitmediği
ülke, dolaşmadığı yer kalmamıştır.
İsrailli haydutların
baskın görüntüleri ulaştığında, Osman’ın
anons sesini duydum: “Beyaz bayrak çektiğimiz halde ateş açıyorlar” diye bağırıyordu.
Bir süre sonra ses kesildi.
Dört can arkadaşımız... Dostumuz... Medarı iftiharımız...
Meslektaşımız...
Dördü de (Ahmet Can ve diğer yolcularla birlikte), zorbaların elinde rehin bulunuyor.
Endişeliyiz...
Hemen bir şeyler yapmalıyız... Meslek odalarımızla, konseyimizle, cemiyetimizle, sendikamızla... Dünyayı ayağa kaldırmalıyız... Gerekirse dünyayı başlarına yıkmalıyız zorbaların.
Hadi
Oktay Ekşi, hadi Orhan Erinç, hadi Salih
Memecan!