Sevgili okuyucular, dün
İstanbul’un fethinin 557. yıldönümü idi.
İstanbul’un Fethi, insanlık tarihinin en önemli olaylarından biri ve Türk tarihinin en parlak zaferidir. Bu olay, bütün dünya tarihine tesir etmiş, çağ açmış çağ kapamış ve Batı’nın Orta Çağ zulmetine son vermiştir.
‘Feth-i Mübîn’i gerçekleştiren Fâtih Sultan Mehmed’i,
Fetih’ten yaklaşık sekiz asır önce Hz. Peygamber, hadîsinde, ‘Konstantiniyye (İstanbul) fethedilecektir; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur’ buyurarak methetmiştir. Biz, işte bu Feth-i Mübîn’in mimarı ve Yüce Peygamberimizin övgüsüne mazhar olan Fâtih’in torunları olmakla iftihar ediyoruz.
***
Haçlı zihniyetinden kurtulamamış Batı âlemi, İstanbul’un fethini hâlâ kabullenememiş ve başta İstanbul olmak üzere bu güzel vatanı bize lâyık görmemiştir.
İstanbul’un Fethi’ni beşbuçuk asırdan beri hazmedemeyen bu peşin hükümlü, art niyetli ve dış odaklı çevreler, Fâtih’in İstanbul’u kılıç gücüyle aldığını, Hıristiyanlara ait mâbetleri yok ettiğini, şehirde
katliam yaptığını ve İstanbul’u yakıp yıktığını ileri sürmüşler; böylece Türk tarihinin bu en parlak zaferini karalamaya çalışmışlardır.
Halbuki, tam aksine Fâtih, bütün dinlere engin bir hoşgörü içinde yaklaşmış; kimsenin kılına dokunmamış ve yakıp yıkmak bir yana, İstanbul’u alıp ‘gülzar’ (gül bahçesi) yapmıştır.
***
Fâtih Sultan Mehmed Han, milletimizin yetiştirdiği en değerli devlet adamlarından biridir. Birkaç
yabancı dile hâkim, şâir, sanatkâr ve devrinin ilimlerinde üstâdlık mertebesine sahip bir dâhi idi. Dünyanın en eski ve önemli üniversitelerinden birisi olan ‘Sahn-ı Semân Medresesi’ni kurmuştur.
Fâtih, Fetih’ten sonra dünyanın dört bir yanına haber salarak, ilim, sanat ve
sermaye sahibi herkesi, din ve ırk ayrımı yapmadan İstanbul’a dâvet etmişti. O’nun zamanında Türkiye’ye tarihin en büyük ‘
beyin gücü’ gerçekleşti. Fetih sırasında, 1453’te 25 bin civarında olan İstanbul’un nüfusu, 1480’lerde üç misli artarak 75 bine yükselmişti.
***
Osmanlı Devleti’ni gerçek anlamda merkezî bir İmparatorluğa dönüştüren Fâtih Sultan Mehmed’dir. Bunu mümkün kılan en başta gelen faktör ise İstanbul’un Fethi’dir. Bir yakası Balkanlarda, bir yakası Anadolu’da olan devletin iki yakası bu fetih sayesinde bir araya gelmiştir. İstanbul’un fethiyle kendisinden daha emin hâle gelen İmparatorluk, Fâtih’in kurduğu sağlam devlet teşkilâtının da tesiriyle hızlı bir
büyüme ve genişleme dönemi yaşamış; Hıristiyan ve İslâm dünyasındaki rakiplerini birer birer dize getirmiştir.
Bu fetihler Fâtih’e haklı olarak ‘İki Kıtanın ve İki Denizin
Hâkimi’ unvanını kazandırmıştır.
Fâtih, Osmanlı Devleti’nin, teşkilâtı, müesseseleri ve medeniyeti ile bir bakıma hakikî kurucusu olmuştur.
Osmanlı
Millet Sistemi’ni hazırlayan ve Pax Ottomana’yı (Osmanlı Barışı) gerçekleştiren Fâtih, özellikle ‘din ve vicdan hürriyeti’ konusunda, çağının çok üzerinde bir hoşgörü anlayışına sahipti. Ortodoks
Kilisesi’ne, Roma’nın vermediği hürriyeti veren Fâtih, Fetih’ten sonra 1461’de, ilk defa
Ermeni Patrikhanesi’ni kurmuş ve Piskopos Yovakim’i
patrik yapmıştır.
1463’te fethettiği Bosna’ya, Gedik Ahmet Paşa’ya gönderdiği fermanla, Hıristiyanlara din özgürlüğünün sınırsız şekilde tanımasını ve gerektiği zaman kilise dahi yaptırmasını emretmiştir.
***
Bakınız değerli kültür adamımız Prof. Ekrem Hakkı Ayverdi ‘Fâtih’ isimli emsâlsiz makalesinde ne diyor: “
Tarih devirleri mikyasında büyük adam olan Fâtih, XV. Asırda azim ve cesâreti, dürüstlük ve adâleti nefsinde cemedip köklü ve bükülmez bir irade ve kuvvet kaynağı olan Türk cemiyetinin içtimâî ruhunun mümessili idi. Cemiyet, yaptığı muazzam hamlelerle onun benliğinin mistik temellerini seziyor, onu, vasatın çok fevkinde ve esrarlı kuvvetlerin, erişilmez bir müfekkirenin sâhibi olarak görüyordu. Bu müşahadede şuur ve tahteşşuur aynı derecede rol oynamakta idi. Fâtih’in icraatı bu fikri, kütlenin şuûruna yükseltince, kütle kendini onda toplanmış gördü; onun varlığında kendini buldu ve her fert şahsî mevcûdiyetini büyük bir varlığın mütevâzî bir cüz’ü şeklinde telâkki etmeyi kabul edince de bütün benlikler (bir) oldu. O zaman bütün yapılanlar, inşâ, îmar, güzel san’atlar, ilim, siyâset, askerlik, bu umûmî ruhtan feyz aldı. Büyük liderin direktifleriyle muazzam netîceler meydana geldi.”
***
Fetih’i ve Fâtih’i ne zaman düşünsem heyecanlanırım. İsmimin ‘Hasan’ olması, bana, önce gönülden bağlı olduğum ‘ehl-i beyt’ten, Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hasan’ı, sonra İstanbul surlarına Türk bayrağını diken Ulubatlı Hasan efsanesini hatırlatır.
Bu ânı, Bekir Sıtkı, ‘İstanbul Destanlar İçinde’ şiiriyle şöyle dile getiriyor:
“Doğdu hayal meyal burçlarda bir sîma;
Damladı Konstantin’e ilk
mübarek kan:
İlk bayrağı çekti Ulubatlı Hasan!
‘İnnâ fetahnâke fethan mübinâ’
Bir âyet yükseldi binlerce dudaktan...”
Mülkiye yıllarımda bir
akşam rahmetli Ârif Nihat
Asya Hocamızı, kucağıma alarak sahneye çıkarmıştım. O, ufak tefek vücudundan yükselen tiz sesiyle bize şöyle bağırmıştı:
‘Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın?
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!...’
***
Bir cuma hutbesinde imam, Fâtih hakkında bana çok tesir eden şu riv
ayeti anlatmıştı: İstanbul fethedilir. Fâtih, komutanları ve askerleri ile surlardan girer ve ‘
şükür namazı’ edâ etmek üzere Ayasofya’ya gider. Önce
kıble tespit edilir; sonra Fâtih, askerinin başına geçerek namazı kıldırmak üzere
tekbir alır. Fakat üç defa tekbir aldıktan sonra namazı başlatır. Namazdan sonra komutanları, neden üç defa tekbir aldığını sorarlar; Fâtih, ‘Ancak üçüncü tekbirden sonra
Kâbe karşıma dikildi’ der...
Ne güzel değil mi?.. Varsın inanmayanlar içlerinden alay etsinler. Ben inanıyorum... İnanmak, daha huzur verici, daha güzel...