Bir Türk dışişleri bakanının 2000’li yıllardaki bir
Washington ziyareti sırasında şöyle yakındığını anımsıyorum:
“Washington’da bazen şöyle bir hisse kapılıyorum. Bu
Amerika kendine dost ve müttefik değil de, sanki bir mürit arıyor, kendi sözünden hiç çıkmayacak bir mürit...”
Bu yakınmadaki gerçek payı,
Türkiye’yle
Brezilya’nın
İran’la nükleer konuda yaptıkları
takas anlaşmasıyla yine su yüzüne vurdu.
Washington’da
kıyamet koptu.
İsrail’den Ankara’ya yıldırımlar yağdırıldı. Bazı AB başkentlerinden de eleştirel sesler yükseldi.
Türkiye’ye kısaca deniyordu ki:
Boyundan büyük işlere kalkışma, haddini bil!
Bu tutum yanlıştır.
Evet, İran’ın nükleer
silah sahibi bir güç haline gelmesini engellemek gerekir. Türkiye de bundan yana.
Evet,
Tahran bu konuda çok
oyuncu ve fazla güven telkin etmiyor.
Türk diplomasisinin bu gerçeğin farkında olmadığı herhalde söylenemez.
Ancak sormak lazım:
İran’ın caydırılması konusunda doğrular ille de Washington’un tekelinde mi?
Hiç sanmıyorum.
Bu nedenle, Türkiye ve Brezilya’nın takas anlaşmasıyla birlikte attıkları adım da, çözüm yolunda diplomasiye, diyaloga aralanan yeni bir kapıdır.
Doğrular ille de Washington’un tekelinde değildir derken vurgulanması gereken başka noktalar vardır.
Bunların başında Amerika’nın
Ortadoğu sicili geliyor. Bu sicil hiç parlak değildir.
Örneğin
Irak’da değildir.
Filistin’de değildir.
Amerika, bu iki alandaki büyük yanlışlarıyla bölgesel istikrarsızlığı ve çatışmayı körüklemiş, İslamcı radikalizmi beslemiştir.
O yüzden, Amerika’nın İran’la ilgili olarak ‘en doğru’yu düşündüğünü ve ‘en doğru‘yu yapabileceğini öne sürmenin herhangi bir inandırıcılığı yoktur.
Amerika’nın inandırıcılık sorunu, yalnız ‘Ortadoğu sicili’nden kaynaklanmıyor. Ekonomik ve mali bakımdan dünyanın başına sarılan büyük
kriz de, unutulmasın, Amerika’da tetiklendi ve yayıldı.
Öte yandan, Türkiye’nin kendi çevresinde bir barış ve istikrar kuşağına olan ihtiyacı büyüktür. Dinamik ve büyüyen ekonomisi için de, kendi güvenliği için de buna ihtiyacı vardır.
Türkiye’nin bu nedenle de komşusu İran’la çatışmaya yol açabilecek zorlama kapıların aralanmasına karşı olması doğaldır.
Bunun gibi, Filistin’de çözüm diye bastırması ve açıdan İsrail’in sıkıştırılmasından yana olması da eşyanın tabiatını uygundur.
Yine Irak’ta barış, düzen ve istikrar diye çalışıyor olması da Türkiye’nin çıkarınadır.
Yıllar içinde, sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi gibi bir durum yani...
Şu konuda herhangi bir kuşku duymuyorum:
Türkiye’nin sırtını Batı’ya dönüp başka sulara açılmak gibi bir niyeti yok. Türkiye’nin temel tercihleriyle gelişmişlik düzeyi ve Amerika’yla, Avrupa’yla ilişkilerinin yoğunluğu buna zaten geçit vermez.
Ancak dünya hızla değişiyor.
Soğuk
Savaş çok gerilerde kaldı.
Türkiye büyüyor, gelişiyor.
Onun için de Batı gibi Doğu’ya da açılması Türkiye’nin çıkarlarının gereğidir.
Artık öyle bir dünya sahnesindeyiz ki, Türkiye’nin örneğin ABD ile, ya da AB ile çıkarlarının her alanda örtüşmesi olanaksızdır.
Amerikan Foreign Policy dergisinin son sayısında çıkan bir makaledeki şu satırlar ilginç:
“Brezilya ya da Türkiye’nin çıkarlarının birçok alanda ABD ve AB örtüştüğü şüphe götürmez. Sözgelimi Türkiye hiçbir şeyin peşinden AB üyeliğindeki kadar tutkulu bir biçimde koşmuyor.
Fakat birçok alanda da çıkarlar farklılaşıyor.
Brezilya ve Türkiye gibi ‘orta büyüklükte güçler’ kendilerini nükleer silah konusunda kısıtlarken, nükleer silahların kısıtlanmasıyla ilgili anlaşmayı
imza koymayan ve ‘raslantı olarak’ Amerika’nın müttefiki konumundaki
Hindistan, İsrail ve Pakistan’ın nükleer silah sahibi olmasına izin veren bir sistemi ne diye kabul etmek zorunda olsunlar ki?
Ya da niçin bir Amerikalının Dünya Bankası’nı, bir Fransız’ın da IMF’yi yönetmesini kabullensinler ki?
On yıl önce dayanıklı gözüken uluslararası sistemin gittikçe zayıfladığı anlaşılıyor. Dış İlişkiler Konseyi’nde Brezilya uzmanı olan Matias Spektor şöyle diyor:
‘Brezilya ve Türkiye, her iki
ülke de küresel düzene bakınca Batı’nın başarısızlıklarını görüyor. Karşılarında Irak,
finans krizi, nükleer silah yolundaki
Kuzey Kore, İran, içe doğru patlayan bir AB örnekleri var. Bütün bunlar, bu iki yükselen ülkenin nispeten istikrarlı olduklarını kanıtladıkları bir sırada yaşanıyor.’
Kenar ülkelerin kendilerini güçsüz hissettiği zamanlarda, mevcut sistemin başarısızlığı ve adaletsizliği fazla göze batmıyordu. Şimdi ise öyle değil...”(James Traub, Council of Foreign Affairs,
Foreign Policy dergisi,
çeviri:
Radikal, 28
Mayıs 2010, s. 18)
Son söz:
Türkiye Amerika’nın müridi olamaz!