Dün, 27
Mayıs darbesinin 50. yıldönümüydü.
Kazakistan yolunda uçakta Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'e,
27 Mayıs soruldu.
"Unutuldu, geçti..." dedi. Ekledi: "Bir zamanlar resmî tatildi, milli bayramdı. 12
Eylül de geçti, gitti. Hepsi tarih oldu. Bu, engellenemez. Türkiye'nin dünya ile bütünleşmesi engellenemez..." Verdiği
mesaj çok açık: Türkiye'nin dünya ile bütünleşmesi engellenemez. Demek ki engellemek isteyenler var... Bir önceki Cumhurbaşkanı Sayın
Ahmet Necdet Sezer, böyle bir değerlendirme yapar mıydı? Şimdi yapar mı? Yapmaz. Bunları, iki şahsiyetin karşılaştırılması için değil, iki zihniyetin farkını anlatmak için yazıyorum. Sayın Sezer'in temsil ettiği ulusalcı, askerci, totaliter zihniyetin, Türkiye'yi dünya ile bütünleştirme gibi bir derdi yok. Çünkü "bizim özel durumumuz var" diyen bu zihniyet, 27 Mayıs'ların cuntacı,
vesayetçi anlayışından besleniyor.
27 Mayıs'lar, 12 Mart'lar,
12 Eylül'ler, 28 Şubat'lar ve 27
Nisan'larda, aslında,
Cumhuriyet ve
laiklik öne çıkartılarak, hukuk ve
demokrasi bir kenara bırakılıyor, vesayet rejimi bütün kurum ve kuruluşları ile
tahkim ediliyordu. Korkutulmuş
halk, korkutulmuş siyasetçiler, korkutulmuş, gazeteci ve yazarlar, korkutulmuş
sermaye ve korkutulmuş bir yargıdan söz ediyoruz. Korkuttular, çünkü sindirmek istiyorlardı.
İskilipli Atıf Hoca, dindarları korkutmak içindi. İsyan bastırıyoruz diye uçaklarla bombalamalar,
faili meçhul cinayetler, Kürtlerimizi korkutmak içindi.
Maraş,
Çorum,
Sivas,
Gazi Mahallesi olayları, Alevilerimizi korkutmak içindi.
Menderes ve arkadaşlarının idamı, Cumhurbaşkanı Özal'ın
şüpheli ölümü, siyasetçileri korkutmak içindi. Çetin Emeç,
Abdi İpekçi ve Uğur
Mumcu cinayetleri, gazeteci ve yazarları korkutmak içindi.
Sabancı cinayeti, büyük sermayeyi korkutmak içindi.
Savcı Doğan Öz,
Hâkim Mustafa
Yücel Özbilgin cinayetleri, yargıyı korkutmak içindi. 6-7 Eylül olayları,
rahip cinayetleri,
Hrant Dink cinayeti, azınlıkları korkutmak içindi. Ve daha bilmediklerimiz.
27 Mayıs, 50 yıl sonra hâlâ bize önemli bir ikaz anlamı taşıyor.
Bugün hâlâ biz, bir kutuplaşmadan söz ediyorsak, bunun mayası 27 Mayıs'tır. Sonrasındaki bütün cinayetler, laik kesimin önde gelenlerine yönelik işlenmiş,
hedef olarak da dindarlar gösterilmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Sezer, hem de
Anayasa Mahkemesi başkanlığı yapmış biri olarak,
Danıştay saldırısının işlendiği gün, hükümeti hedef göstermiştir. Bir bayan
yargıç,
katil için hemen o gün, "Tekbir getirdi, başörtüsü için yaptım dedi" diye ortalığı karıştırmaya kalkmıştır. Hem Sezer'in hem de
Tansel Çölaşan'ın, hâlâ 27 Mayıs'ı savunuyor olmalarının anlattığı nedir?
Askeri, boğazına kadar siyasetin içine sokan da 27 Mayıs'tır. Cuntacılar, bu yeni konumlarını çok sevmişler, çok benimsemişlerdir. 27 Mayıs, her dönem yetiştirilen cuntacılara yol olmuştur.
CHP'nin darbelere
destek, cuntacılara cesaret vermesi de 27 Mayıs'ın eseridir. İsmet Paşa, 27 Mayısçılara nasıl cesaret ve destek verdiyse, bugünün CHP yöneticileri de aynısını yapıyor.
27 Nisan muhtırasının altına
imza atıyor,
Ergenekoncuların avukatı kesiliyorlar.
CHP'nin yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun duruşu çok önemli. Dün iki köşe yazarına Sayın Kılıçdaroğlu; "27 Mayıs'ı yapanlar bugün utanıyorlar.
Askerî darbelere karşıyız. Askerî darbe kesinlikle savunulamaz." diyor. Ama sonrasında da, "Bizi şu anda bir askerî vesayet değil,
sivil dikta anlayışı ürkütüyor." diyor. Darbelere karşı önemli bir adım var, ancak bugünün cuntacılarına karşı hâlâ bir netlik yok. Üstelik "sivil dikta" iddiaları, Ergenekon davasını saptırmak isteyenlerin en önemli argümanı. Dünün darbecilerine karşıyım derken, bugünün cuntacılarını cesaretlendirmek asla samimi bir yaklaşım olamaz. Kılıçdaroğlu, 27 Mayıs için samimi ise CHP'nin, Ergenekon'un avukatlığından vazgeçtiğini ilan etmelidir.
Kılıçdaroğlu, CHP'de yeni bir dönemi mi işaret ediyor, yoksa CHP'nin vaziyeti idare etmek için bulduğu bir ara formül müdür, henüz belli değil.