Yıllarca önce
Zonguldak kömür madenlerinin kapatılmasını öneren İshak Alaton’un yuhalandığını dün Mehmet Altan’ın yazısında okuduğumda, savaşa giderken Sezar’ı
selamlayan lejyon askerlerinin bağırışını hatırladım.
“Selam Sezar,
ölüme gidenler selamlıyor seni.”
İşçilerin yuhalamaları da biraz onların bağırışına benziyordu herhalde.
“Selam Alaton, ölüme gidenler yuhalıyor seni.”
Daha sonra susup Alaton’un önerisini dinleyen o işçilerin arasında kömür madenlerinde
kurban olanlar var mıydı bilmiyorum ama o işçilerin kendileri değilse de mutlaka bir yakınları o ölüm kuyularında can verdiler.
Halbuki Alaton’un “işçilerin hayatlarını kurtarmak” için bugün de seslendirdiği öneriler hiç de akla aykırı değil.
Zonguldak’taki madenler ziyan ediyor.
Hem de çok ziyan ediyor.
Eğer madenlerde çalışan on beş bin işçiyi evlerine gönderip madenleri kapatırsanız ve işçilere bugünkü maaşlarını aynen ödemeye devam ederseniz gene de “madenlerin açık kaldığı” sürede zarar ettiğinizden daha az zarar ediyorsunuz.
Madenleri kapattığınızda, paraları ödenen işçilerin hayatları kurtuluyor.
Üstelik paralarını alıyorlar.
Devlet, o madenleri açık tutmak için harcadığı parayı harcamayacağı için zararı azalıyor.
Herkesin çıkarı olan bir durum.
Alaton’un hesaplarına göre bu madenlerden devletin zararı 700 milyon lira, işçilere maaşlarını ödediğinizde toplam tutar yılda yaklaşık 150 milyon lira.
Madenleri kapatıp işçilere 150 milyon lirayı ödediğinizd
e devletin cebinde harcamayacağı 550 milyon kalıyor.
Alaton, bu paranın da “işçileri yeni meslekler” için eğitmek amacıyla kullanılabileceği söylüyor.
Böylece kalitesiz kömür çıkarmak için harcanan para boşa gitmeyecek, işçiler ölmeyecek ve Zonguldak yeni bir hayata kavuşacak.
İngiltere ve
Almanya kömür madenlerini kapatıp, maden bölgelerinde yeni bir hayat biçimi oluşturdu.
Biz bunu niye yapmayalım?
Sadece “yenilikten”, akılcı projelerden korkuyoruz diye niye işçileri öldürüyoruz?
Böyle bir çözüm halinde kaybedecek kimse yok mu?
Benim görebildiğim kadarıyla kaybedecek olanlar sadece
sendikalar.
Büyük bir ihtimalle bu tür çözüme karşı çıkmış olanlar da sendikacılar.
Bütün sendikacıların günahını almak istemem ama ayda ortalama 800 liraya canını kuyulara bırakan işçileri temsil eden sendika yöneticilerinin bir zamanlar gazetelere yansıyan
Mercedes arabaları da hâlâ hafızalarda duruyor.
İnsan canından daha değerli olan bir şey yoktur yeryüzünde.
Hangi sorunu çözersek çözelim, amacımız insanların hayatını kurtarmak olmamalı mı?
Ama biz ne zaman bir sorunla karşılaşsak ve ne zaman onun için bir akılcı, hakkaniyete uygun bir çözüm önerilse, “insan hayatından daha değerli” olduğu söylenen bazı kalıplar çıkar karşımıza.
Hiçbir şey insandan daha değerli değildir.
Değerli diye bildiğiniz her şey, değerini insanla kazanır.
Vatan, o vatanın sahipleri olan insanlarla ve o insanların
yaşam haklarının savunulabilmesiyle değer kazanır.
“Stratejik madenler”, “devletin kutsal çıkarları”, artık ne derseniz, ancak insanla değerli olur.
İnsanların ölümüne izin veren hiçbir çözüm bir çözüm değildir.
Tuzla tersanelerinde sürekli olarak işçilerin ölmesine rağmen o tersanelerin kapanmasına öncelikle işçiler çıkıyorlar çünkü “günlük ekmeklerini” bulamayacaklarından korkuyorlar ve “o bir dilim” ekmeği hayatlarını ortaya koyarak kazanmaya razı oluyorlar.
O “bir dilim ekmeği” insanlara, hayatlarını ortaya koymadan kazanma imkânı vermeyen bu sistemin sıkıştırdığı yoksulların çaresizliğinden yararlanarak insafsız bir düzeni sürdürmek bana
cinayet gibi gözüküyor.
Üstelik, Zonguldak’ta işçiler paralarını alacaklar ve evlerine o bir dilim ekmeği götürebilecekler, şartlar değişir, yeni
üretim alanları açılırsa o “bir dilim ekmekten” de fazlasını kazanacaklar büyük bir ihtimalle.
Neden yapmıyoruz bunu?
Niye öldürüyoruz o insanları?
Bu cinayete “dur” demeyen, “bunların her zaman olabileceğini” söyleyen
Başbakan, önünden geçerek maden kuyularının karanlıklarına doğru yürüyen işçilerin seslenişlerini duyuyor mu acaba:
“Selam Başbakan, ölüme gidenler selamlıyor seni.”