CHP il başkanlarının dünkü toplantısı, Deniz
Baykal’ın dönüş umutlarını tümden suya düşürdü. Deniz Bey’in bu kurultayda tek başına oyun kurması, artık imkansızdır. Baykal’ın şu andaki hali, düşünen ancak fiziksel fonksiyonu olmayan ünlü fizikçi Stephen Hawking’den farklı değildir.
Belki içinizde Baykal’ın böylesine bir hazin sonu hak ettiğini düşünenleriniz olabilir. 30 yıl önce Bülent Ecevit’e “Kenara çekil, gençlerin önünü aç” diyen Baykal’ın 30 yıl sonra aynı taleplere yenik düşmesine sevinenleriniz çıkabilir.
40 yıldır sol siyasette entrikalarla ayakta kalmayı başaran Baykal’ın, hayatının son deminde arkadaşlarının entrikasıyla gitmesini
doğa kanunuyla açıklayanlarınız, “etme bulma dünyasıdır” diye özdeyişlere sarılanlarınız ortaya dökülebilir.
Kuşkusuz, Baykal’ı sele kaptıran
rüzgarı bu birikimlerin fırtınaya dönüştürdüğü tezi, dayanaksız değildir. Aynı şekilde Kılıçdaroğlu’nun yelkenlerini dolduran rüzgar da önemli ölçüde Baykal’a duyulan güvensizliğin tezahürüdür.
Cevabını aradığım soru, bunların hiçbiri değildir. Başlığa taşıdığım gibi kritik soru şu: CHP’nin sahibi devlet, Baykal’ı neden çizdi? Bu soruyla iç içe giren ilave soru ise şöyle: Devlet, Dersimli Kılıçdaroğlu’yla nasıl uzlaştı?
Çünkü: Evine dönmeye hazırlanan Kılıçdaroğlu’nun bir gecede
aday olmaya karar vermesi, CHP Genel Sekreteri
Önder Sav’ın saf değiştirmesi, 60’a yakın milletvekilinin aynı gün ortaya dökülmesi, ardından 76 il başkanının ortak deklarasyonla Baykal’ı gömmesi, sadece kamuoyundaki Kılıçdaroğlu rüzgarıyla açıklanacak basitlikte değildir.
Gelinen nokta, içeride ve dışarıda Türk siyasetini yeniden dizayn etmeye çalışanların denklemin yumuşak bölgesi olan Baykal üzerinden yaptıkları can alıcı hamlenin sonuç verdiğini gösteriyor.
Onlar için Baykal, artık kullanılabilir bir enstrüman olmaktan çıkmıştı. Yüzde 20 bandına mahkum CHP ile oyun kurmak çok zordu.
Baykal’ı çizenler, çaresiz Kılıçdaroğlu seçeneği üzerinde yoğunlaştılar. Yoğrulduğu kültür ve politikaları statüko için kolay sindirilebilir bir durum değildi. Ancak, Kılıçdaroğlu dışında karşılarında daha uygun alternatif yoktu.
Daha önce yazdığım gibi nihai
hedef, Erdoğansız
AK Parti veya AK Partisiz
iktidar projesi olunca, “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi, en geçer akçedir.
Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu, senaristler için “geçici” seçenektir. Zaman içinde dönüşürse “kalıcı” olabilir. Ya da Kılıçdaroğlu palazlanana kadar bu ittifakı sürdürür, sonra ayak bağından kurtularak bağımsızlığını ilan eder.
Süreci
yönetim şekli, Kılıçdaroğlu’nun geleceğini belirleyecektir. Başlangıçta içine girdiği bu zorunlu ittifakın esiri olmayıp kendisine yönelik ilginin nedenlerini haklı kılacak politikalar peşinde koşarsa, CHP’nin yıllardır hasret olduğu yüzde 30 bandını zorlayabilir.
Bu konuda TV ekranlarından söylediğim bir iddiam var, arkasındayım.
Zaman içinde kirli ittifaka rehin düşerse,
Ergenekon’un avukatı olursa, darbecilerden medet umarsa, halka güvenmezse, temel hak ve özgürlüklerin önüne bent çekerse, 12
Eylül anayasasına arka çıkarsa, kısaca Baykal gibi olursa, siyasi ömrü dili kadar uzun olmaz. Baykal’a reva gördükleri sonu bile mumla arar.
Daha simgesel ifadelerle tanımlamak gerekirse; Kılıçdaroğlu
Gandi Kemal mi olacak, Ergenekon’un avukatı mı? Operasyon Ergenekon kitabımdan dolayı 20 ay
hapis cezası aldığımda beni arayıp “Şamil Bey çok önemli işler yapıyorsunuz” diyen adam mı olacak, Ergenekoncuların başı sıkıştığında aradığı
Şahin Mengü’yü
kılavuz mu edinecek?
Haydi Kemal Bey, bol şanslar...