1987 yılında
Devlet Bakanı ve Hükûmet Sözcüsü idim.
Yunanistan ile aramızda özellikle Ege kıta sahanlığı ve FIR hattı yüzünden sık sık gerginlikler yaşıyorduk. MTA’nın meşhur Hora araştırma gemisini kara sularımızın dışına çıkarır, Yunanlıların yüreğini ağzına getirirdik.
ABD’li bir
bakan ziyaretime geldiğinde sohbet esnasında bizi şöyle tenkit etmişti: “
Yunanistan’ı ciddîye almanıza çok şaşırıyorum. Bunlar ehlikeyf bir
halk; yerler, içerler, çalarlar, oynarlar, turizmcilik yaparlar ama hepsi o kadar... Halbuki siz, asırlar öncesi de ciddî ve iddialı idiniz, şimdi de öylesiniz. Yarınki dünyada onlardan söz edilmeyecek ama siz bütün haşmetinizle bulunmaya devam edeceksiniz...”
O günlerde meşhur ‘Kırmızı Kitap’ta ‘dış tehdit’ sıralamasında Yunanistan 1. sırada idi. Devletin ‘militer’ kesimi böyle değerlendirmeler yaparken,
Başbakan Özal ise, Yunanistan’a uygulanan vizeyi tek taraflı olarak kaldırmıştı.
Şimdi de Başbakan Erdoğan’ın, yanında 10 bakan ve yüzlerce iş adamı ve bürokratla Yunanistan’a dostluk elini uzatırken, TSK’nın, sanki onu tekzip edercesine Türk uçaklarıyla Yunan uçaklarını dalaşmaya sokması, ister istemez aklımıza
Balyoz operasyonundaki iddiaları getiriyor ve memnuniyetimiz gölgeleniyor.
***
Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta sonundaki Yunanistan çıkarması, zamanı isabetli seçilmiş fevkalâde başarılı bir ziyaret olmuştur. 500 yıldan fazla
Osmanlı Türk hâkimiyetinde kalmış ve birçok kültür değerini paylaştığımız Yunanlılarla artık aramızdaki bütün meseleleri hâlledip kalıcı bir barışa gidilmesinin zamanı gelmiştir.
Yunanlıların, ‘megalo idea’, ‘enosis’ gibi hayâllerden vazgeçmeleri; 1897’deki, Millî Mücadele’deki ve 1974 Barış Harekâtı’ndaki hezimetlerini unutmaları; bizim de son yüzyılda Balkanlar’da ve Yunanistan’da başımıza gelenleri, Yunan işgalinde uğradığımız zulmü ve
Kıbrıs’taki olayları tarihte bırakmamız lâzımdır.
Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretinden sonra şu gelişmelerin elde edilebilmesi için gayret gösterilmelidir:
1. Yunanistan’ın
ekonomik krizden çıkması için
teknik yardım yapılmalı ve aramızdaki
dış ticaret hacmi arttırılmalıdır.
2. Ege Ordusu lağvedilmeli ve birlikler diğer ordular arasında dağıtılmalıdır.
3. Ege üzerinde savaş uçağı tatbikatından vazgeçilmelidir.
4. Kıta sahanlığı, kara suları ve FIR hattı üzerinde en kısa zamanda anlaşmaya varılmalıdır.
5. Kıbrıs konusunda ‘4’lü görüşmeler’ başlatılmalıdır.
6. Heybeliada
Ruhban Okulu, bir
vakıf üniversitesi olarak öğretime açılmalıdır.
7. Gümülcine’de,
vakıf üniversitesi statüsünde bir ‘İslâmî İlimler Akademisi’ kurulmalıdır.
***
Türk dış politikası, son bir hafta içinde üçüncü defa dev bir zafere imzasını atmıştır.
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Medvedev’in tarihî ziyaretiyle Türkiye’nin, dünyanın ikinci büyük gücüyle ‘stratejik ortaklığı’ ve 100 milyar dolarlık dış ticaret hacmi
hedef alınması; Yunanistan’a gene tarihî bir dostluk ziyareti ve
İran ile dünya barışını doğrudan ilgilendiren ‘
Nükleer Takas Anlaşması’nın imzalanması, Türkiye’yi bir anda dünya gündeminin baş aktörü hâline getirmiştir.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun saatler süren ikna gayretlerinden ve başarılı diplomasisinin ardından, son yıllarda dünya kamuoyunu en fazla işgâl eden İran’ın nükleer
bomba krizi çözümlenmiştir. Bu diplomasi zaferinde, hiç şüphesiz artık diplomatik dehasını bütün uluslararası diplomasi çevrelerinin de kabul ettiği Prof. Dr.
Ahmet Davutoğlu kadar, İran nezdindeki bütün ağırlığı ve güvenilirliğiyle Başbakan Erdoğan’ın da rolü ve payı vardır. Bu arada,
Brezilya Devlet Başkanı Da Silva’yı da olumlu katkılarından dolayı zikretmek gerekir.
Lâkin, bunun Türkiye’nin bir zaferi olduğunu unutmamak lâzımdır. Aynı zamanda BM
Güvenlik Konseyi üyesi de olan Türkiye’nin Başbakanı, ABD’nin ve İsrail’in baskılarına ve savaş çığlıklarına kulaklarını tıkamış ve ABD’nin son
ambargo ısrarına karşı koymuştur.
Türkiye’yi dış politikada zaferden zafere götüren Erdoğan’a, Davutoğlu’na ve Gül’e şükran borçluyuz.
Son İran Barışı dolayısıyla Erdoğan’ın ve Gül’ün barış ödülünü hak ettiğini düşünüyoruz.