Pek çok kişi aynı örneği verdi, ben de dayanamayıp vereceğim. Britanya’da
İşçi Partisi lideri ve
Başbakan Gordon Brown,
seçimi kaybettikten sonra partisinin liderliğinden
istifa etti.
Brown, İşçi Partisi’ne tam 13 yıllık bir
iktidar dönemini açan ‘New Labour’ hareketinin önde gelen üyelerindendi. Partinin yeni teorilerini geliştirme ve hayata geçirme konusunda, bir önceki başbakan ve lider olan Tony Blair’den daha önemsiz biri değildi, her zaman ikinci adamdı, yaşanan
ekonomik başarının arkasındaki entelektüel güçtü, ‘shareholder society’ politikalarının mucitlerindendi ve uygulayıcısıydı.
Ama Brown, ‘Şimdi İngiltere’nin en önemli ikinci işini bırakıp bir numaralı işi yapmaya,
aileme gidiyorum’ dedi, arkasına bakmadı bile, İskoçya’ya, kendi seçim bölgesindeki aile evine döndü.
Orada da Bronw’ın arkasından ağlayanlar, ‘Bırakma’ diyenler var ama o bıraktı. Partisinden ona da gelip gitmek isteyenler var, ondan yerine geçecek yeni lideri işaret etmesini, birilerini desteklemesini isteyenler var ama o kimseyle görüşmüyor, partisinin seçimine karışmıyor, en azından şimdilik.
Bir de bize bakın... ‘Benim özel hayatımla ilgili tartışmalar nedeniyle partim zarar görmesin’ diyerek
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı’ndan istifa eden Deniz
Baykal, daha partisinin merdivenlerinden inmeden geri dönmenin hesaplarını yapmaya başladı; kapıyı özellikle açık bırakıyor.
Baykal geri dönüş için kapıyı aralık bırakmasa bile partisinin geleceğinde, kendi yerine gelecek ismin belirlenmesinde söz sahibi olacağını neredeyse her gün açık açık söylüyor.
Gordon Brown’ın tam tersi bir örnek yani.
***
Türk siyasetinde krizli-çıkmazlı durumlarda sık sık akla gelen bir söz ve tam da bu sözün gerektirdiği bir davranış biçimi var: Neyin olacağını görmek için neyin olmayacağını görmek...
Şimdi bazı yorumcular, Baykal için bu sözü kullanıyorlar. Yani, Baykal’ın olası bütün alternatif isimlerin olmazlığını bir bir gösterip sonra kendisini yeniden genel başkanlığa getirecek, hem de daha güçlü biçimde getirecek, deniyor.
Bilmiyorum Baykal’ın kafasından neler geçiyor ama benim görüşüm farklı. Bence gerek
Deniz Baykal’ın kendisi ve gerekse partisinde her gün onu göreve davet edenler, sonunda Baykal’ın geri dönmesinin olanaksızlığını görecekler ve ancak ondan sonra yerine yeni isim arayışları, hatta belki parti içinde serbest bir yarışma başlayacak gibi geliyor.
Baykal’ın geri dönüşü bana göre olanaksız; daha doğrusu elbette olanaklı da, bu hem Baykal’ın hem de partisinin siyasi intiharı anlamına gelebilir.
Zaten Baykal bunu gördüğü için genel başkanlıktan ayrıldı, üç-beş
köşe yazarı
‘ayrıl’ dediği için değil. Bundan beş gün önce Baykal’ı istifa ettiren gerçekler ortadan kalkmadı veya değişmedi ki Baykal sekiz gün sonra genel başkan olsun?
Fakat
CHP, diğer bütün siyasi partilerimiz gibi ‘clientelist’ bir parti. Delegelerden tutun da her düzeydeki
yönetim kademelerine kadar görevli herkes şu veya bu biçimde, şu veya bu kadar genel merkeze ve liderine bağlı, bağımlı, hatta çıkar ilişkisi içinde.
O eski müşteri-dükkân sahibi mekanizmalarıyla oluşturulmuş koca bir düzen var. Bu düzenin Baykal’a göre ve bizzat Baykal tarafından kurulduğunu da biliyoruz. (Aynısı Ak Parti’de Erdoğan’a göre ve Erdoğan tarafından kurulduğu gibi, MHP’de Bahçeli’ye göre ve Bahçeli tarafından kurulduğu gibi...)
İşte bu koca mekanizmanın, tabir caizse ‘tedarik ağı’nın Baykal’dan vazgeçmesi, onsuz bir hayata intibak etmesi kolay değil.
O yüzden Baykal’ın geri çağırılmasından daha
doğal bir şey yok.
Ama yine de bu işte doğaya aykırı bir istek de yok değil: Baykal’ın gitmesine neden olan şartlar hâlâ yerinde duruyor.
Önce Baykal, gittiğini, bittiğini kabul edecek, ancak ondan sonra CHP’de adaydan, adaylardan söz etmeye başlayabileceğiz.