Ergenekon davası görülürken,
Erzurum Adliyesi'nin üzerinden iki savaş uçağının uçtuğunu duyunca bir tuhaf oldum. Çünkü bizim jetlerimiz, daha önce Rumlara korku salmak için
Kıbrıs üzerinde uçuyordu. Adliye üzerinden bu uçuş neyin nesiydi?
Genelkurmay Başkanı'mız her fırsatta; "Biz, daima
demokrasiye bağlı, yargıya saygılı olduk." dediği için, bu uçuş, yargıya saygı uçuşu olamazdı. Kaldı ki,
adliye binası üzerinden savaş uçağı uçurmak ve yargıya korku salmaya çalışmak, ancak aklı başından gitmiş olanların işidir. Hangi
komutan, milletin parasıyla alınmış ve düşmana karşı kullanılacak savaş
uçaklarını, milletin hukukunu savunan yargı mensuplarının üzerinden uçurur?
Bütün baskılara, HSYK'nın operasyonel hamlelerine rağmen, Erzincan'daki Ergenekon uygulamalarını açığa çıkarmak gayesiyle bir dava açılmış. Bugüne kadar korkmamış, yargı önünde kimsenin ayrıcalığı olmadığına yürekten inanmış savcı ve hâkimlerin, şimdi iki uçak uçunca korkacaklarını düşünmek, zaten paranoya değilse, nedir? Onun için, bu uçuşu, 3.
Ordu Komutanı
Org. Saldıray Berk'in, dolayısıyla Genelkurmay'ın yaptırdığına inanamayız, inanmak istemeyiz.
Nitekim tam bu satırları yazarken
Hava Kuvvetleri Komutanlığı'ndan açıklama yapıldı. İki uçağın, önceden planlı rutin uçuş eğitim görevini, Erzurum Meydanı bölgesini de kapsayacak şekilde, usullere uygun olarak icra ettikleri söylendi. Keşke, yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için, uçaklar adliye üzerinden uçurulmasaydı. Neyse...
Biz,
Ergenekon davasına direnenlere,
vesayet rejimini, yani statükoyu devam ettirmek isteyenlere bir hatırlatma yapalım. Gerçek görülmez, hele kabul edilmez ise her yanlış adımı, başka bir yanlış adım takip eder. Gerçek şudur:
Yargı ve medya payandalı bu vesayet sistemini artık kimse ayakta tutamaz. Çünkü
Türkiye değişti, dünya değişti. Çünkü bu vesayet rejimi, insanımızı korkutmaya dayalı zalim, insanlık dışı bir zihniyetin ürünüdür.
Kanlı provokasyonlarla, milli bünye içinde nasıl ayrılıklar tezgâhlandığını artık çok iyi biliyoruz. Artık,
Savcı Doğan Öz, Çetin Emeç, Uğur
Mumcu ve
Abdi İpekçi cinayetlerinin ne anlattığını çok iyi biliyoruz. Laik kesimi
tahrik etmek, onları irtica tehlikesi ile korkutup, vesayet rejimini sürdürmek için işlendi bu cinayetler. İşte en son
Danıştay saldırısı... Ergenekon davası ile birleştirilince, orada da kanlı eller görünüverdi. Adı Sezer olmasına rağmen, bir Cumhurbaşkanı, cunta planlarını hiç sezemedi. Saldırıdan birkaç saat sonra, vesayetçilerin istediği gibi konuştu. Bakın, şimdi susuyor. Kendi arkadaşları katledildiği halde,
yüksek yargı mensupları bile yangına körük salladılar...
Bu kanlı cinayetlerin ardından kozmik gazeteciler, kozmik yazarlar, velhasıl kozmik medya sayesinde, insanların nasıl dehşete düşürüldüğünü, onların "kahrolsun şeriat" diye nasıl meydanlara döküldüğünü artık herkes biliyor... Bütün kanlı cinayetler, hem de öldürülenler kendi arkadaşları olduğu halde, gazeteci-yazar yapılmış kozmik adamlar marifetiyle,
dindar insanların üzerine yıkılmak istendi.
Başbakan asarak siyasetçiler, gazeteci-yazar katlederek medya korkutuldu.
Yassıada'da bir masum başbakan da, bu korku salma
psikolojik harbinin gereği ipe çekildi. Yine Sivas'ta
Madımak Oteli, içinde
Alevi kardeşlerimiz varken yakıldı. Misilleme diyerek
Başbağlar katliamı yapıldı. 1
Mayıs 1977'de Taksim'de işçiler katledildi. Hepsi korkutmak, sindirmek, vesayeti sürdürmek içindi...
Ama bitti... Vesayetçiler, artık gözü açılan, gerçekleri gören milyonları bir daha kandıramaz. Artık korkutamazlar. Bu milletin içinde Türk-
Kürt,
Sünni-Alevi, laik-dindar kavgaları, kutuplaşmaları yoktu. Bunların hepsini, fitne ateşleri ile kendini memleketin asıl sahibi görenler tutuşturdu. Ergenekon davası, şimdi bunu sorguluyor. Eğer Erzurum Adliyesi üzerinden iki savaş uçağı rutin olarak geçmişse, bilinsin ki
adalet, demokrasi ve
özgürlük isteyenler bundan hiç korkmamışlardır...