Başbakan Erdoğan’ın söylediği gibi keşke İsmet
İnönü,
Hitler’e benzeseydi.
Fitili ateşleyen Deniz Baykal’ın, kendisini Churchill’e, Başbakan Erdoğan’ı Hitler’e benzetmesi oldu.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, bu benzetme karşısında Baykal’a verdiği
cevapta; “Eğer illa Hitler'e birini benzeteceklerse kendi eski genel başkanlarının fotoğraflarına baksınlar. Kendisine Milli Şef dedirten genel başkanın Hitlervari bıyıklarının altından gülümsediğini görecekler.” İfadelerini kullandı.
Keşke diyorum, İnönü Hitler’e benzeseydi.
Ama önce, İnönü’nün Hitler’e benzemek için giriştiği icraatlardan bahsetmek gerekir.
İsmet İnönü’nün, Milli şef döneminde
halka rağmen politikalarıyla yapığı icraatlar hala kulaktan kulağa, nesilden nesile anlatılır.
İnönü’nün icraatlarından ve ‘Köy Enstitüleri ile Kapalı Olan Köylü Hazinesi Keşf Olunmuştur’ sözüyle teyit edilen; halkı adam etme politikalarının merkezi gibi kullanılan, 21 enstitü, 1 yüksek köy enstitüsü ile 10 yılda 15.000 eğitmen, 30.000 bin öğretmen yetiştirerek halkı medenileştirme çabaları olarak kayıtlardadır.
Eğitmenler kimleri eğitecekti acaba? Ne eğitimi verecekti o herkesçe bilinen ve seslendirilmeyen bir konu.
Ki bu icraat,
İstiklal harbinde canını dişine takarak, komutanıyla omuz omuza savaşmış bir milleti
toplum mühendisliği ile dönüştürme-batılılaştırma (
ekonomik kalkınma değil) girişiminden başka hiçbir şey ifade etmiyor.
İnkar etmemek gerekir. Milli şef döneminde ayrıca, 1932’den 1950’ye kadar ki sürede ; 477 halkevi, 4332 halk odası kurulmuştur.
Ne için?
Yine Milli şefin kendi sözleriyle kayıtlara geçirelim.
İsmet İnönü; “CHP’nin halkevleri aracılığıyla memleket içinde izlediği kültür politikası, bu yolla bilim ve fenni, güzel sanatları yaymak, bu memleketin siyaseti, ekonomisi hakkında en yeni, doğru bilgileri ortaya koymaktır. (ismetinonu.org.tr)” diyor.
***
Ekonomi demişken,
Atatürk’ün bu konuda yaptıklarını hatırlamakta fayda var.
Atatürk,
deniz ve
demiryolu taşımacılığı,
posta servisleri ve
Sanayi yatırımlarının önemli bir kısmı
Sümerbank ve Etibank ile gerçekleştirmiş ve demir-çelik,
tekstil ve çimento sanayi yatırımlarıyla ekonomik adımlara öncülük etmiştir.
Peki İnönü, Milli şef döneminde bunların üzerine hangi çivileri çakmıştır?
Tabi ki!
Kocaman bir hiç.
Atatürk’ün ölümünün arkasından adına bastırdığı paraların* dahi
ülkeye varamadığı ve ekonomide ikinci bir ekonomik çöküntü oluşturan şeflik hayalleriyle milletin geleceği de denizin dibini boylamıştır.
(Banknotların ve batan geminin hikâyesi için bu link kullanılabilir. http://www.karakutu.com/modules.php?name=News&file=print&sid=980*)
Her ne kadar İnönü,
Türkiye’yi ikinci dünya savaşına sokmadığı için büyük politikacı olarak anlatılsa da;
Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar, onun döneminin unutulmayan mirası olarak tarihin sayfalarında yerini almıştır.
Ayrıca döneminde uygulamaya koyulan Varlık Vergisiyle yaşanan acı gerçekleri ise muhatapları birinci elden zaten biliyor.
***
Keşke benzeseydi diyorum. Ama yukarıya aldığım toplum mühendisliği yönüyle değil tabi ki!
Önce
Adolf Hitler nereden başladı hatırlamakta fayda var.
Adolf Hitler,
Almanya’daki siyasi karışıklığın arkasından geldiği iktidarında; birinci elden “Halkta ve
Almanya’daki Sıkıntının Kaldırılmasına Dair Kanun (Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reicht) adındaki
yetki tasarısını hazırladı ve aldığı yetkiyle Almanya’yı ekonomik olarak yeniden kurdu. Adolf Hitler,
Yugoslavya gezisinde Halka, ülkeyi içinde bulunduğu durumdan kurtaracağına söz verdi ve bu yolda çalışmalarına başladı. Almanya'da aşırı artış gösteren işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası oluşturdu. Ülke genelinde büyük
otobanlar inşa ettirdi. Bugün Almanya, Hitler’in o dönemde yaptırdığı otobanlar sayesinde baştan başa gezilebiliyor.
Keşke diyorum, İnönü de kendi adına
banknotlar bastıracağına; Türkiye’nin akan sularına
baraj için zaman harcasaydı. Hiç olmazsa, dedelerimizin çıra ile aydınlanan dünyasına bir ışık ulaşırdı. Ellerinde
karne ile ekmek ve aş kuyruklarına mahkum olmazlardı.
***
Diğer taraftan İsmet İnönü’nün çok partili dönemi başlattığı iddiasına bir mim koymakta fayda var.
Milli Şef İsmet İnönü, kuzeyden gelen Rus tehdidi,
açlık sınırında bir millet ve tanksız-topsuz bir ordu il
e devlet olarak ayakta kalmanın zorluğunda
Avrupa’nın kapısını çaldığında aldığı cevap ile bu karara varmıştır.
Avrupa ve ABD’nin başını çektiği birlik için bir araya gelen toplantıya, Türkiye’den Selim Sarper gider. Ancak kapıdan dönmek zorunda kalır.
Çünkü toplantıya katılanlar ve taraftarları Türkiye temsilcisi Selim Sarper’e; ‘Burası demokratik çok partili ülkelerin girebileceği bir yer. Sizin buraya girme şansınız yok.’ Cevabını verirler.
Necip Fazıl Kısakürek’in deyimiyle; Türkiye San Fransisko talimatnamesiyle çok partili hayata gözlerini böylece açmış olur.
Ve İsmet İnönü’nün Rus tehdidine karşı Avrupa’dan
yardım talebi, Türkiye’ye
demokratikleşme olarak
döner.
***
İsmet İnönü zamanında, bir milleti ‘adam etmek’ için; Halk evleri ve köy enstitüleriyle toplum mühendisliğine girişilmiş ve tek adamlık politikalarıyla Hitlervari adımlar atılmış.
Bunlardan
Anadolu insanının hafızalarında derin iz bırakan; Jandarma baskısıyla İnsanların öğrenme ve
okuma özgürlüğü ve dinini öğrenme hakkının engellendiğini hatırlamak gerekiyor.
Ancak Avrupa; ikinci bir Hitler vakası ile karşı karşıya kalmamak için Türkiye’yi çok partili sisteme zorlamıştır. Aslında Arupa ’nın yakından takip ettiği Türkiye’de böyle bir olasılık sıfır ihtimal dahilindedir. Çünkü, değer yargıları ve moral değerleri yerle edilmiş bir halkın Milli şef’in arkasından gideceğini varsaymak safdillikle açıklanabilir.
Keşke 1923’den 1940’lara kadar yapılan Demiryollarına ek olarak İnönü de; Türkiye’ye
fabrika, otoban ve sanayi yatırımı yapsaydı. Keşke…
*DOĞMADAN ÖLEN BANKNOTLAR:
Türkiye Cumhuriyeti’nin Alman bombardımanıyla Pire Limanı’nın sularına gömülen 100 liralık banknotlarından geriye kalan az sayıdaki örnekten biri. Bombardımanda tarihe karışan bir diğer banknot da artık son demlerini yaşayan kâğıt 50 kuruştu.
TÜRK EKONOMİSİNİN ONDA BİRİNİ TAŞIYORDU:
16
Nisan 1941 günü Alman uçaklarının bombardımanı sonucu vurulan
İngiliz kargo gemisi “Yorkshire” Pire Limanı’nın sularında yavaş yavaş batarken, Türkiye’nin dişinden tırnağından artırarak bastırdığı milyonlarca lirayı da beraberinde götürdü.