Tunceli’nin
Nazımiye ilçesi
Sarıyayla Jandarma Karakolu’na 50 kişilik
PKK’lı grubu saldırı düzenledi. Saatlerce süren çatışma sonunda 4 asker şehit oldu, 2’si ağır 7 asker yaralandı.
Saldırıda çok sayıda
terörist de öldürüldü, bir kadın teröristin cesedi bulundu. Sisli hava nedeniyle kobra
tipi helikopterler havalanamadı.
Askeri birliklerin sevki için sabah saatleri beklendi. Sis dağılmadı, helikopterler sabah da havalanamadı. Jandarma
özel harekat ekipleri de yağmur altında 35 km koşar adım yürüyerek
karakola ulaştı.
Yukarıda yaptığım alıntı 1
Mayıs Cumartesi 2010
Hürriyet gazetesinden; neden Hürriyet’i
tercih ettiğimi aşağıda yazacağım.
Ve maalesef dört askerin şehit olduğu, çok sayıda askerin de yaralandığı bir PKK saldırısının arkasından yapılan bir haber.
Basına yansıyan haberlere göre 50 kişilik bir PKK grubu uzun namlulu silahlarla Tunceli-
Bingöl il sınırına yakın bir askeri karakola saldırıyorlar.
Bu saldırı Türkiye’nin karşılaştığı ilk PKK saldırısı değil.
Ve maalesef öncesinden ve arkasından yaşanan skandallar da ilk değil.
Ve, Türkiye’nin akademisyenleri, gazetecileri, sözde strateji uzmanları hala meselenin en önemli boyutunu tartışmaktan uzak duruyorlar.
Birinci mesele: 50 kişilik bu PKK grubunun toplanıp bir askeri karakola saldıracağı konusu askeri istihbarat tarafından nasıl haber alınamıyor?
Dağlıca ve benzeri olaylarda da, çok sayıda şehit verdiğimiz olaylarda da benzer istihbarat skandalları yaşanmış,
soruşturmalar açıldığı ifade edilmiş idi; açılan soruşturmaların sonuçları ne oldu, birileri sorumlu bulundu mu, birileri ceza aldı mı bizler bilemiyoruz.
Genelkurmay bir soruşturma açıyor, soruşturmanın akıbeti hep belirsiz; bu yazıda
Ergenekon davasına ilişkin askerin açtığı ve sonuçlarını hala öğrenemediğimiz soruşturmalara değil, doğrudan askeri konulara ilişkin soruşturmalara gönderme yapıyorum.
İkinci mesele: Ortada bir istihbarat sorunu olduğuna kuşku yok ama bir adım daha ileri gidelim; hadi, önceden istihbarat alınamadı, 50 kişilik bir grubun ellerinde uzun namlulu silahlarla bir askeri karakola yaklaştığına ilişkin bir
erken uyarı sistemini hala gerçekleştirmedik mi? Bu konularda
teknik düzeyde hala neredeyiz?
Unutmayalım,
Eruh baskının üzerinden tam 26 sene geçti ve bu süre içinde TSK ağırlıklı olarak PKK terörüyle, benzer baskınlarla uğraşıyor; Eruh baskını bir
sürpriz idi, neden önlenemedi diye soramayız ama 26 sene sonra hala bu kadar savunmasız bir biçimde yakalanmak mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.
Üçüncü mesele: Baskın sınırlarımıza yakın bir noktada değil, yani PKK grubu vurup yine sınırın gerisine çekilebilecek bir noktada değil. PKK terörünün 26. senesinde
arazi hakimiyeti konusunda hala bu durumda olmak başlı başına bir sorun.
Dördüncü mesele: Bu son konu “Gündüz külahlı, gece silahlı” ifadesiyle açıklanacak ise o zaman da meselenin başka boyutlarına neşter atmada çok ama çok geç kalındığının itirafı ortada demektir ve adına ne derseniz deyin, ister kürt
açılımı, ister
demokrasi açılımı, ister milli birlik açılımı deyin, bu konunun hızla ilerletilmesinin şart olduğu görülüyor demektir.
Beşinci mesele: PKK grubuyla çatışma saatler sürüyor, karakol komutanı şehit oluyor ama bir biçimde çatışma alanına
destek kuvvetler yetişemiyor; gazetelerden okuduğumuz sis yüzünden kobraların kalkamadığı, yollara
mayın döşenmiştir diye askeri araçlarla gelinemediği ve askerin karakola yeri saat koşarak ulaştığı.
Bu durum, Eruh baskınından 26 sene sonra biraz tuhaf değil mi?
Yukarıdaki alıntıyı Hürriyet gazetesinden kasten yaptım, kimsenin Hürriyet’in bu konulara nasıl ulusalcı bir gözlükle baktığına dair kuşkusu yoktur, meseleyi karikatürize etmemiştir diye.
Yazının ana fikri aslında bir soru: Konunun bu boyutlarını açık açık sorgulayanlar mı asker düşmanı, yoksa bu konuları konuşturmak istemeyip her baskında çok sayıda şehit vermemizi tuhaf karşılamayanlar mı?