Arzuhalciden kadı olmuyor


Adiyattan laflar eden alelade bir Baykal mukallidi, Profesör Andrew Arato. Gerçeğini huzurlarınıza çıkarmıştım daha evvel. Anayasa hukukçusu postuna bürünmüş, fakat hukuktan bihaber... Müstemleke valisi ağzıyla konuşan bir yabancı uyruklu... Taklidini beğendirmiş olacak ki, Baykal’dan esaslı bir ‘Aferin’ almayı başardı. Ama ben ki, bay Arato’ya ‘Muvazzaf’ dedim... İşte bir kez daha meslekten tard cezası almaya müstehak oldum. Hakkı Devrim, geçen cuma, köşesinden kaş kaldırmış bana. Ne de olsa ‘köşekadımız’, hakkıdır. Anayasa reformu tartışmasıyla ilgili aramızda hüküm verirken, şöyle demiş: “Yüzücülere boks kesinlikle yasaktır. Adaleleri sertleşmesin diye...” Katılırım; arzuhalciye de kadılık mendir. Bakın, katip olur, kaside divanına sahip bir şair olur da... Ne hariçten, ne dahilden ‘gazelhan’ olmaz. Çünkü, ‘arzuhalcinin maruzatındaki personası ile hayattaki gerçek kişiliği ve fikirleri arasında bir paradoks vardır’. O paradoks, ‘inandırıcılık’ sorunudur. Eski şairlerin kaside ve methiyeleri de böyle görünür çoğu zaman. Eleştirmenler, ‘Samimiyet noksanlığı’ der buna. Ebediyatımızın kudeması, bu yüzden arzuhalcilikle itham edilmiş. Kasideler yağdanlık; ‘övgüler de, yergiler de ekseriya gayri samimi’... Gazel ise, kasideye başlangıç olmaktan kurtularak duygusal bağımsızlık kazanmış bir edebi tür. Kaside methiyeleri, büyük ölçüde hami’ye, yani patrona sunulmuş birer arzuhal mahiyetindedir. Adına ‘caize’ dedikleri lütuf ve ihsanın nakit cinsi uğruna yazılmış manzum eserler... ‘Veren el’ ile ‘alan el’ meselesi değil; samimiyet arayışı meselesidir. *** Sanata irtifa katan eşraftır, havastır. Yüksek sanat sınıfına giren Divan Edebiyatı, o sebeple Saray Edebiyatı... Binbir entrikanın kol gezdiği has bahçelerde, samimiyet aranmış yine de. Yüksek zümrenin zevkine hitap edecek bir sanat için denmiş ki; Belagat fenlerini tatbik etmeli, zeka inceliği göstermeli, sembolizmin keşif hazlarını yaşatmalı, ama içten akmalı, doğal ve arabesk olmalı... Kuralcı, kalıpçı, şematist divan şiiri dahi tabii olan ile gayri tabii olanı ayırmış yek diğerinden. Hayal ile sahiciliği, kurgu zekâsı ile samimiyeti birlikte istemiş: Şiir sanatlarına vakıf olacaksın, ama yapmacıklığa da kaçmayacaksın. Geleneğe sadık kalacaksın, ama taze kokacak eserlerin. Batı gerçekçiliğinden, çıplak doğalcılığından, hatta halk lirizminin doğal coşkusundan ziyade... Kurmaca bir zarafet yansıtacaksın, ama samimi duracak, içe işleyecek sözlerin. Hasılı, hem renk, hem ruh vereceksin kelimelerine. Belli bir vezin içinde tesbih taneleri gibi dizilecek mısralar, beyitler, rubailer... Amma velakin, nazımdaki disiplin ve hiyerarşi, duygularını geçirmene engel olmayacak. Redifler, cinaslar, türlü kelime oyunları arasında duyguların safiyetini terennüm edeceksin. Aşkın şarabından yıkılmak üzere bir harabati, sivri dilli bir hiciv ustası, kutsal cinnetin eşiğinde bir mecnun, hami arayan bir kapıkulu, küstürülmüş bir küfürname sahibi, dünya malından geçmiş bir serdengeçti...Ya da her ne olursan ol, sevdazede diliyle konuşacaksın. Kâh fakr u zaruret içinde debelenecek, kâh müdanasız, eyvallahsız bir zevk ü sefa düşkünü görüneceksin. Sözle rezil de edeceksin muhatabını, vezir de. Dilin hem can yakan bir kamçı, hem de abad eden sihirli bir asa olacak. Zihni de, kalbi de büyüleyen çeşitli fenlerle icra edeceksin sanatını. Fakat, illa ki samimi olacak şiirin. *** Üzerine sayfalar dolusu yazılsa yeridir. Halil İnalcık’ın ‘Şair ve Patron’ risalesinden birkaç vesileyle söz etmiştim size. Tuba Işınsu Durmuş da Osmanlı edebiyatında hamilik geleneğinin izini sürenlerden. ‘Tutsan Ben Fakirin Elini’ adlı kitabı, ‘Şair ve Patron’un devamı, tamamlayıcısı adeta. (Doğan Kitap’tan) Bilhassa ‘samimiyet noksanlığı’ bahsi için, Cihan Okuyucu’nun kaleminden ‘Divan Edebiyatı Estetiği’ de kayda değer bir çalışma. (Kapı yayınlarından) Arzuhalci ile kadıdan konuşurken, nereden nereye geldi laf... Gördünüz mü?
<< Önceki Haber Arzuhalciden kadı olmuyor Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER