Başbakan Erdoğan, önceki
akşam, TGRT Haber TV'de, 27
Nisan muhtırasıyla ilgili soruya şu cevabı verdi:
"
27 Nisan 23.25 farklı bir şeydi. Ekranda görünce şaşırdım, şaşkınlık meydana getirdi. Bu kadar uyumlu olduğumuz süreç,
Türkiye ekonomik gelişmeyi yaşarken, nasıl olur da böyle bir yaklaşım olur diye, şaşkınlık meydana getirmişti. Bu kadar yaşananlar vardı, biz bundan
ders çıkarmıyor muyuz? Bu, demokratik parlamenter
sistem içinde şık olabilir mi?"
Bu ifadelerde bir samimiyet var. Silahlı Kuvvetler'in komuta kademesiyle uyum içinde olduğuna inanan bir Başbakan'ın, şaşkınlığı var. Gerçekten bu haletiruhiyeyi anlamaya çalışmalıyız. Milli
Güvenlik Kurulu toplantılarında, komutanlar ve bakanlar bir araya geliyor. Saatlerce konuşuyorlar. İkili olarak Başbakan ve
Genelkurmay Başkanı her hafta görüşüyor. Koskoca insanlar. Aralarında medeni bir
diyalog var. Başbakan, bakanlar; Türkiye'nin en büyük problemlerinden biri olan
sivil-asker ilişkilerinde nihayet bir ahenk doğduğuna inanıyor. Bu uyumlu sürecin, Türkiye'nin demokratikleşmesine ve refahına önemli bir moral
destek sağlayacağını düşünüyorlar. Ama bir de bakıyorsunuz, hem de gece yarısı pat diye bir muhtıra...
Sayın Erdoğan'ın, medeni diyaloglara güvenip, sonra muhtıra şaşkınlığı yaşaması ilk değildir. Bu şaşkınlığı, muhtıra-
darbe öncesi, bütün başbakanlar yaşamıştır. Rahmetli Abdülmelik
Fırat, Demokrat Parti'nin 1960 öncesi en
genç milletvekilidir. Bir darbe hazırlığı olduğunu önce İçişleri Bakanı
Namık Gedik'e anlatır. İkna edemez. Sonrasını hatıralarından okuyalım: "Bunları, Başbakan'a da ilettim, inanmıyordu. Bana dedi ki; 'Bunları söylüyorsunuz, ama inanmıyorum. Türk ordusuna bir şey yapmadım ki, niye darbe yapsınlar?'" Bu, saflık derecesindeki samimiyetin bedelini, rahmetli
Menderes, darağacında canıyla ödedi.
Askerlerin darbe yapmayacağını düşünenlerden biri de, 6 defa gidip 7 defa gelen Sayın Süleyman
Demirel'dir. Sayın
Hüsamettin Cindoruk'un anlattıklarına bakalım: "Hep söylerim. Darbe Türkiye'de Genelkurmay'ın tekelindedir. Hiyerarşik düzen içinde yapılır. Ondan da kimsenin haberi olmaz. Bir anımı anlatayım. 11 Eylül'de geç bir saatte bir askerî hâkim arkadaşım
telefon etti. 'Dikkat et. Bu gece hareket başlıyor. Bu gece
Selimiye Kışlası'na gitmemizi söylediler.' dedi. Ben o sırada AP
İstanbul il başkanıyım. Hemen Sayın Demirel'i aradım. Bana dedi ki; 'Burada da öyle bir laf dolaşıyor. Ama ben Sayın Çağlayangil'i, Sayın
Evren'e yolladım. Evren, '
Hayır, öyle bir şey yok' demiş." (
Cumhuriyet, Leyla Tavşanoğlu'nun söyleşisi, 21 Haziran 2009)
Demirel, Evren'in lafına inanmış... Sonrasını biliyoruz.
Ben şahsen, artık Başbakan Erdoğan'ın gerçekçi olduğuna inanıyorum. Çünkü iktidarları döneminde;
Sarıkız,
Ayışığı, Yakamoz, Eldiven,
Balyoz darbe planlarını hep birlikte öğrenmiş olduk. Sayın
Baykal, "Efendim yıllar önce düşünmüşler, konuşmuşlar, ama darbe olmuş mu? Geçin bunları..." dese de,
Kafes Eylem Planı'nın geçen yıl hazırlandığı ortaya çıktı. Ve halen,
Ergenekon davasında, soruşturmalar 25
general ve amirale dayanınca, yargıda neler olduğunu ibretle görüyoruz.
O zaman soru şudur: Genelkurmay, başbakanları neden şaşırtıyor?
Çünkü askerdeki zihniyet değişmiyor. Asker, müesses nizamı, kontrolünde tutmakta ısrar ediyor. Anayasa'da kuvvetler ayrılığı yazsa da, "Cumhuriyeti koruma ve kollama görevimizi asla bırakmayız" gerekçesiyle, bir askerî
vesayet rejimi kurulmuş. Yargıda, medyada, siyasette bu rejimin, kısa adıyla statükonun devamı için her türlü organizasyon yapılmış.
Evet, zorda kaldıkları dönemlerde ustaca geri çekiliyor, demokrasiye bağlılıklarını öne çıkartıyorlar. Fakat balans ayarı gerektiğine inandıklarında; nezaket, diyalog, demokrasiye bağlılık bir anda unutuluyor ve asıl zihniyet, bütün pervasızlığı ile ortaya çıkıyor.
Siviller, askerle münasebetlerinde, "sen işini kış tut, yaz çıkarsa bahtına" demeliler...