Danıştay katliamının o günün Türkiye’sinde yarattığı muazzam gerilim ve devamında gelişen bir çatışma iklimi unutulmamalıdır.
Saldırı, Türk demokrasisine ihtilallerden sonra indirilen en büyük ve en sinsi
darbedir.
Vak’anın kendisinden daha elim ve vahim olan her şeyin göz göre göre yaşanmış olmasıdır.
Daha ilk anda saldırının tamamen
hedef şaşırtmak için, planlı, destekli ve sonradan ilişkilerinin ortaya çıkarıldığı gibi
Ergenekon menşe’li bir faaliyet olduğu anlaşılıyordu.
Cumhurbaşkanlığı seçimine gidilirken, yani
AK Parti iktidarı daha da güçlenecek ve
sistem bir önemli koltuğunu kaybedecekken böylesine bir saldırının neden yapıldığı belliydi.
Bir provokatif
eylem için bundan daha tipik bir görüntü olamazdı.
Buna rağmen;
CHP ve CHP medyası daha ilk dakikadan itibaren Danıştay saldırısını bir başörtü eylemi olarak yaftaladı; iktidar partisini de bu eylemi cesaretlendiren bir unsur olarak hedefe koydular. Hatırı sayılır bir kitleyi de bu yalana inandırdılar.
Cumhuriyet mitingleri sonuçta bu sinsi saldırıyla tetiklenmiştir. Bir yanda gerçekten saf ve olayları medyanın aktardığı gibi zanneden insanlar, öte yanda katıksız Ergenekon meydanlarda birlikte yürüdü. Cumhuriyet tarihinin en dramatik mitingleri böyle yapıldı.
Eğer, bu ülkede bağımsız, özgür, demokrat bir medya olmasaydı bugün önemli bir kesim Danıştay cinayetinin başörtüsü için işlenen bir irtica eylemi olduğunu düşünmeye devam edecekti. “Tamam bu
dava görüldü, konu kapandı” diyen CHP liderinin kestiği racon hüküm sürecekti. Ergenekon tayfasının kan üzerinden yürüttüğü
propaganda toplumun geleceğini teslim alacaktı.
Adını koyalım. Bu ülkede özgür ve demokrat medya olmasaydı tarih yanlış yazılacaktı... Bu kadar net.
İtirazı olan o günün
gazete manşetlerine baksın; her biri birer seferberlik tetkik kurulu bülteni olan haber kuşaklarını hatırlasın.
Sadece Danıştay olayında değil. Sarıkız’da, Ayışığı’nda, Eldiven’de, Balyoz’da, Kafes’te, ıslak imzada, faili meçhullerde, dost mayınıyla ölen askerlerde... Saymakla bitmiyor.
Türkiye’de habercilik, gerçeğin bütün yönleriyle ortaya konulması, bütün kurumların gerçekler karşısında
hesap verebilir olması ve toplumun kendisini yakından ilgilendiren böylesine sarsıcı vak’alarda taraf olması medyanın demokratikleşmesi sayesindedir.
Tersini de söyleyelim...
Eğer medya demokratikleşmemiş olsaydı kimsenin şüphesi olmasın başta Danıştay olmak üzere bütün bu gerçekler, geçmişte olduğu gibi örtbas edilecek ve o karanlık elin sahibi kim ise, onun istediği propaganda yapılacaktı. Tıpkı, Danıştay saldırısının ertesi sabahı bazı gazete manşetlerine hakim olan o suçlayıcı ve yıkıcı manşetler gibi.
Madem adını koyuyoruz, devam edelim. Provokasyonlara ezberden medya desteği sağlayan bu tavır ancak bir fikir ve ideal ortaklığı ile mümkündür.
Danıştay’a irtica eylemi muamelesi yapan medya-
siyaset ittifakının; Ergenekon’u sulandırırken, ıslak imzayı yok saydırırken, Balyoz’u yumuşatırken, darbe planlarını unuttururken beraber yürümesi de bir tesadüf değildir.
Peki, kendisini karartmaya ve provokasyonların sözcülüğüne bu kadar adamış bir yayın faaliyetine gazetecilik denebilir mi?
Türkiye’nin en temel sorunu bu sorunun cevabında gizlidir. Artık neyi ne sebeple haberleştirdiği, hangi manşeti niçin attığı, hangin bülteni neden kurguladığı ezbere bilinen adı “medya” olan bir sistemle karşı karşıyayız.
O yüzden Türkiye’nin en azından son çeyrek yüzyılına bir de “tek sesli medyanın örtbas ettiği olaylar” penceresinden bakmak gerekiyor.
Kimbilir ne Engenekonlar, ne Balyozlar saklı orada...
Ve o yılların kudretli isimlerinden kimler hala aramızda muteber gazeteci olarak geziniyor, kimbilir!