Seçimlerden kısa bir süre önce
Alman Sosyal Demokratların lideri Frank-Walter Steinmeier ile Berlin'de sohbet etmiştik.
O günlerde, Merkel liderliğindeki koalisyonun dışişleri
bakanı sıfatını da taşıyan Steinmeier, klasik bir Alman
siyasetçiden beklenmeyecek kadar sıcak ve açık mesajlar vermişti. Sözlerinde hem Türk-Alman ilişkileri, hem de AB sürecine dair önemli noktalar vardı. Mesela, ortağı Merkel'in sloganlaştırdığı 'imtiyazlı
ortaklık" için şöyle diyordu: "İnanın, bunun ne olduğunu ben de anlamış değilim."
Sosyal Demokrat siyasetçinin
Türkiye'de aynı çizgiyi paylaştığı
CHP hakkında ne düşündüğü de merak konusuydu. Hakkını teslim etmek lazım. Bu konuda da lafı eğip bükmeden konuştu Steinmeier.
CHP ve
Baykal ile uzun zamandan beri ilişkide olduklarını söyleyen Alman siyasetçi, kendini sosyal demokrat olarak tanımlayan bir partinin
demokratikleşme ve reformlara karşı takındığı tavrı anlamakta çok zorlandığını
itiraf etti. Şöyle diyordu: "Son 6-7 yıl CHP'de bazı değişiklikler ya da yanlış anlamalar var. CHP'nin AB taraftarı olmamasını yadırgadığımı ve anlamakta güçlük çektiğimi vurgulamak istiyorum. CHP'nin, iç politikadaki tutumunu da, reform sürecine, ceza yasasındaki değişikliklere, düşünce özgürlüğünün sınırlarının genişletilmesine karşı
muhalif tavrını da anlamakta zorlandığımızı itiraf edeyim."
Bunun için
Sosyalist Enternasyonal içinde bir
izleme grubu oluşturduklarını hatırlatan Steinmeier, partinin programını ve yapıp ettiklerini gözden geçirmeyi amaçlayan bu girişime CHP'nin tepki göstermesine de şaşırmıştı. Çünkü bu tepkinin kaynağı, Almanya'da veya diğer
Avrupa ülkelerindeki sosyal demokrat partilerin yanlış anlaması değil, CHP'nin izlediği çizgiydi.
Avrupa'da aynı siyasi çizgiyi paylaştığı bir partinin liderinden gelen bu eleştirilerin CHP ve lideri
Deniz Baykal üzerinde ne kadar etkisi olduğu tartışılır. Ama artık şu açık ki, Türkiye dünyaya açıldıkça, kendinizi ne kadar çağdaş, ilerici, laik, sosyal demokrat olarak tanımlarsanız tanımlayın, çok işe yaramıyor. Çünkü insanlar, içeride olduğu gibi, dışarıda da slogan ve etiketlerinizden çok, yapıp ettiklerinize, kritik konularda aldığınız pozisyona bakıyor.
Önceki gün,
Irak'ın kuzeyindeki yeni
Kürt hareketi olan Goran'ın medyadaki temsilcileriyle konuşurken, Alman Sosyal Demokratların çizgidaşları CHP'ye yönelttikleri eleştirilerin benzerini, Iraklı
Kürtlerin BDP'ye yaptıklarını gördüm. Yerel seçimlerde elde ettiği şaşırtıcı başarı ile
Barzani-
Talabani ittifakına rağmen Erbil'deki Meclis'te 25
sandalye kazanan Goran Hareketi'ne yakın gazeteciler,
AK Parti hükümetinin dış politikada 'komşularla sıfır problem'; içeride ise demokratikleşme adımlarını yere göğe sığdıramıyor.
Gazetecilerden biri, her fırsatta sözü dolaştırıp
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na getiriyordu. Davutoğlu'nun Iraklı Kürtler arasında bu kadar popüler olduğunu görmek şaşırtıcıydı. Hatta bir gazeteci şöyle diyordu: "Ülkelerine hizmetlerinden dolayı Rusya'da Putin'in, Türkiye'de Ahmet Davutoğlu'nun heykeli dikilse sezadır."
Son seçimde Irak Meclisi'ne 8 üye gönderen Goran Hareketi, henüz partileşmediği için ne Türkiye'de temsilcilik açmış ne de buradaki siyasi partilerle resmi temas kurmuş. Ama çok yakından izledikleri anlaşılan Türk siyasetine ve partilere dair kanaatleri oldukça net. AK Parti'ye büyük sempatiyle bakan Iraklı Kürt temsilcilerin en çarpıcı değerlendirmeleri ise Kürt tabanı üzerine siyaset yapan BDP'ye ilişkin. AK Parti'nin, başlattığı
açılım ve son anayasa değişikliği girişimiyle BDP'yi mahcup ettiğini belirten isimler, BDP'nin, değişimin karşısında yer almasına anlam veremiyordu. Bu tavrı yanlış bulduklarını gizlemeyen Iraklı Kürt gazeteciler, ifade ettikleri bu bakış açısının sadece Goran'ın değil, genel olarak Iraklı Kürtlerin yaklaşımı olduğunu hatırlatıyorlardı. CHP gibi, statüko ile saf tutma işaretleri veren BDP'ye önemle duyurulur: Aldığınız her anti-demokratik tutum, dışarıdaki Kürtlerce de not ediliyor.