İşte
darbelerin mantığı bu! Adam asmak ve kesmek üzerine kurulu düzen!
Hukuk yok! Kanıtları değerlendirmek, araştırma inceleme yapmak yok. Demokratik düzenlerde insan haklarını koruyan tüm kurallar buharlaşıp uçuyor bi anda. Avukat diye tuttuğun adam bile, çoğu kez, korkudan ağzını açıp bi şey söyleyemiyor.
Herşey bi kişinin iki dudağı arasında.
Yaşar Okuyan’ın 12
Eylül dönemini anlatan “O Yıllar” adlı kitabı, darbenin mantıksızlığını ve darbe sonrası kurulan korku düzeninin acımasızlığı bi kez daha hatırlatıyor okura.
Mamak, Metris ve
Diyarbakır cezaevlerinde akıllara ziyan işkenceler, insanın tüylerini ürpertiyor aradan otuz yıl geçmiş olmasına rağmen. O dönemde gerek Metris gerekse de Mamak’da yatan arkadaşlarım, işkence görmedikleri zamanlarda, falakaya yatırılanların çığlıklarından, elektrik verilenlerin bağırtılarından, sabaha kadar gözlerine uyku girmediğini hala anlatırlar.
Mustafa Pehlivanoğlu’nu kaç kişi hatırlar, arkadaşları ve ailesi dışında bilmem. Ama onuın asılma öyküsü gerçekten ibret verici, gerçekten insanı, günlerce kabuslara boğacak nitelikte.
Mahkeme Pehlivanoğlu’na idam kararını veriliyor. Ama hemen sonrasında Pehlivanoğlu’nun
silah kullanmadığı, kimseye ateş etmediği belirleniyor açık seçik! Tabi bunun
doğal sonucu olarak da, idamın durdurulması, eğer başka suçu yoksa da serbest bırakılması gerekiyor değil mi?
Yooo değil işte! Kenan
Evren idama engel oluyor! Hem de ne diyor biliyor musunuz? “Evet bana böyle bir bilgi geldi ama artık çok geç infazdan dönemeyiz!!”
İdam kararını veren Sıkıyönetim Hakimi Ali Fahri Kayacan, daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlu’nun, asılan solcu Necdet Adalı’ya denge olsun diye idam edildiğini anlatmıştı!
Pehlivanoğlu,
kahve falan taramadığını, kimseye ateş açmadığını
mahkeme boyunca anlattı durdu. Polisin, ifadesini işkence zoruyla aldığını söyledi, yaralarını, vücudundaki morlukları, başına atılan dikişleri göstermeye çalıştı!
Ama darbeciler sağır; darbeciler kana susamış, darbeciler solcu bir
genç astılar ya, bakın işte biz ne kadar adaletten yanayız, sadece solcu değil Ülkücü de asıyoruz gibi sapkın bir eylemin savunucuları ve duyurucuları olduklarından yirmi iki yaşında bir delikanlıyı ipe çektiler.
İşte Ergenekoncu’sunun, Balyoz’cusunun, Kafes’cisinin ve kod adı her ne halt olursa olsun, bu rezillikleri tezgahlayanların en ağır cezalara çarptırılmaları bunun için şart. Demokrasi de kendini savunmak zorunda bu iblislere karşı!
İlk renkli film nasıl karardı?
Demokrat Parti iktidarının hareketli yılları sürmekte. Kimi zaman umut veren, kimi zaman şaşkınlık yaratan, vaad üstüne vaad yineleyen yıllar.
Türk sinemasının ilk renkli filmi de, Türkiye’nin ilk özel bankasının
sponsorluğunda çekilecek.
Muhsin Ertuğrul kolları sıvar. Heyecan Başaran, Agah Hün,Sadri Alışık,
Münir Özkul, Suna Pekuysal’da hazırdır.
Öykü Vedat Nedim Tör’ündür. Senaryoyu da Mebrure Sami Hanım yazar. Adıysa “Halıcı Kız”. Isparta’da, bir
halı tezgahında çalışan halıcı kız Gül’ün öyküsüdür bu. Renkli-
Türkçe, sinemaskop film en masum, en amatör biçimde çekilir.
“Aksaklılar da olmadı değil ha! Ama sonunda,
yurt dışından gelen teknisyenlerin de el vermesiyle film bitti.”
Gelin görün ki, önce şatafatlı bir galayla, ardından salonlarda izleyicilerle buluşan film hiç beğenilmez!
Hüsrandır olan biten! Hatta kimi sinemalarda, film yuhalanır bile! “Halıcı Kız”, Muhsin Ertuğrul’un sinema tutkusuna da son noktayı koyar. Bunun yanı sıra, Türk sinemasının sponsor bulma sevdası da yok olur elbet. Renkli film çekimi, 1953’deki Halıcı Kız’dan sonra uzun süre gündeme gelmedi.
(Nebil Özgentürk’e Sevgiler Saygılar Türkiye’nin Hatıra Defteri-
Denizbank-DenizKültür Yayınları’na da teşekkürler)
Erkek ne zaman
baba olur
Sohbet koyu. Ortaya birden bi soru düşer:
“İnsan ne zaman baba olur?”
Yanıtı basit değil mi? Yooo değil:
“Erkek, gerçekte, babasını toprağa verdiği gün baba olur!”
Hele bi düşünün; anlayacaksınız ne kadar doğru bi söz olduğunu.
(Sayın Türker Göksel’e teşekkürler)