Bazı ölümler insanı sadece üzmüyor. Geçmişe dokunaklı ve içli bir
yolculuk yapmasına da neden oluyor.
Karikatürist Vehip
Sinan'ın vefatı bende böylesi bir etki bıraktı. Kendisiyle hayatımda iki kez karşılaşmıştım ama
gazetemizin bizim kuşak
personelinde onun bambaşka bir önemi vardır.
Anlatayım...
Sanırım 1989 yılıydı. Gazete Ankara'dan
İstanbul'a yeni taşınmış, Yenibosna'daki mütevazı üç katlı binasında yayın yapıyordu. Tiraj az ve başka matbaada basıldığımız için
baskı çok
erken oluyordu.
Hani akşamüzeri saat 5-6 dedi mi, neredeyse işimiz bitiyordu. Çok olağanüstü bir durum yoksa ertesi günün gazetesi baskıya gitmiş oluyordu.
Kalender Sokak... Şimdiye sağlı sollu
fabrika ve atölyelerin dizildiği bu çamurlu
sokak eskiden bir metre filan daha alçakta bir zemine sahipti. Doğal olarak topraktı. Gazete baskıya gidince, personelin yüzde sekseni 20'li yaşlarda olan gazete çalışanları top oynamak için sokağa çıkardık. Hani klişe ifade vardır ya, 'Eskiden buralar dutluktu' filan diye, eskiden
araç filan da pek geçmezdi Kalender Sokak'tan... Yine top oynadığımız bir akşamüstü, gazetenin giriş basamaklarında gördüğüm ufak tefek bir adama denk gelmiştim. Açıkçası maça yetişeceğim diye acele ediyordum ama benden başka kimsecikler de yoktu ortalıkta. Evet ya, eskiden güvenlik, x-ray cihazları filan da yoktu gazetede. "Ben Vehip Sinan" deyince çok heyecanlandığımı hatırlıyorum.
İki nedenden...
İlki, gazetenin kapağında siyasi
karikatürler çizen, içinde de
seri çizgi diziler hazırlayan önemli bir
sanatçıyla karşı karşıyaydım. İkincisi ve daha önemlisi, bizim
mobilya markamızın ismiydi Vehip Sinan! Onun üretimi yataklarda uyuyorduk akşamları...
Dediğim gibi bodrum hariç üç katlıydı bina.
Bodrumda yemekhane, girişte pikaj-montaj,
arşiv ve muhasebe, üst kat ise yazıişleri, istihbarat, haber merkezi filan. Çatı katında ise
lojman denebilecek lakin bir çekyattan başka yatılacak pek bir şey olmayan alan vardı. Çatı katındaki bir bölüm ise kitaplarla doluydu. Vehip Sinan'ın gazete tarafından basılmış karikatür albümleri dağıtılmadan önce burada stoklanmıştı. Bizim gibi mesleğe yeni başlamış, evli barklı olmayan personel ise, akşam erken gelirse çekyatta yatma imkânı buluyordu. Geri kalanlar ya yere ya da Vehip Sinan'ın karikatür kitaplarının üzerine yatmak zorundaydı.
Böylelikle ister istemez uyumadan önce üzerinde uzandığımız kitapları
okuma, hatta ezberleme imkânını bulmuştuk. Benim favorim Beberuhi idi.
Karşılaştığım Vehip Sinan tıpkı çizgileri gibiydi; yalın, mütevazı ve beyefendi. Son derece nazik ve naifti. Çizgilerini anlatmaya başlayınca gözleri parladı. Hoşuna gitmişti... Bu tanışma ikinci görüşmenin de ayarlayıcısı oldu
doğal olarak. Bir sonraki görüşmeyi evinde yaptık. Röportaj amaçlı... Birçok şeyi 'Yazmanıza gerek yok' diyerek anlattı. O anlattıkça ona olan hayranlığımız da arttı. Meğer ne kadar değerli bir sanatçı ile aynı gazetede çalışıyormuşuz! Utanma ile ezilme arasında bir yerde Cin Ali'leri onun çizdiğini,
Teksas/Tommiks çevirisi bile yaptığını filan anlattığını hatırlıyorum.
Tam bir
halk sanatçısı modeliydi Vehip Sinan. Çizginin Abdurrahim Karakoç'u gibiydi; yalın, incelikli ama köşeli: Son derece net ve onurlu bir fikir adamı. Gazetenin birinci sayfasında yayınlanan karikatürleri birkaç sayfalık
makale ile eşdeğer etkideydi. Çizgisi de tıpkı kendisi gibi, bağırıp çağırmadan, son derece sakin bir İstanbul Beyefendisi sükunetiyle anlatıyordu derdini.
Rabb'im mekânını
cennet eylesin!.