Albay Dursun Çiçek’in attığı
imzanın gerçek olduğunu belgelemeyen bir tek CSI dizisi kaldı. O da önümüzdeki yayın döneminde belgeleyecek, Hollywood’tan aldığım haberlere göre!
Ama bizim mahallede,
Yunan ağlatılarını (trajedilerini) seven çok insan var! Yani işi yapanın değil de haberi verenin kellesini koparma yanlısı! Bu yüzden de imzayı atanı değil imzayı attığını kanıtlayan gazeteciye habamam debabam
hapis cezaları yağdırıyorlar! Eğri oturup doğru konuşalım, Şamil
Tayyar, artık soyu yavaş yavaş tükenen, araştırmacı gazetecilerin en iyisi.
Aklını başına devşirmiş bir ülkede Şamil
hapis cezası yağmuruna değil
ödül yağmuruna tutulurdu. Geçenlerde dünyanın en saygın gazetecilik ödülü Pulitzer sahiplerini buldu. Ödül töreninde, araştırma dalında ödüle
aday gösterilenler arasında bir tek kişi bulunamadı. Sadece, özel güvenlikcilerin Irak’ta yaptığı katliamı belgeleyen
gazeteci ‘övgüye değer’ bulundu.
Richard Nixon’un başkanlıktan istifasıyla sonuçlanan Watergate rezilliğini, Woodward ve Bernstein adında iki gazeteci ortaya çıkarmıştı.
Bunlar sadece ülkelerinde kahraman olmak, ödül üzerine ödül almakla kalmadı bir de Sivil Toplum Örgütleri Birliği’nce, ‘Örnek İnsan’ olarak gösterildi ABD’de.
Şamil Tayyar ne yaptı?
Ergenekon başlığı altında sahneye konmak üzere olan bir oyunun sayfalarını bir araya getirdi; bunları yayınladı; belgelerini topladı, bunların gerçekliğini kanıtladı, Dursun Çiçek Albayın imzası, hangi evrelerden geçti, neydi ne olduyu gözler önüne serdi.
Bütün bu çabaları sonucunda toplam 50 ay hapis cezası yedi.
Şamil aldığı bu üçüncü 15 aylık hapis cezasına “Benim üçüncü şeref madalyam” diyor. İşte bu laf bile Şamil’in mücadeleci ruhunu, gerçekler uğruna verdiği savaşımı ve gözünü hiç birşeyin yıldırmayacağını kanıtlamıyor mu sizce? Bu arada Şamil’i yolun her adımında destekleyen, ona sınırsız yol veren, STAR’a da kocaman bir aferin!
Papa ‘Pişmanlık yeterli’ demez mi
Papa Benedict XVI Katolik Kilisesi
papazlarının cinsel
tacize soyundukları yolunda, dünya kadar kanıtlanmış iddiaya ilginç bir biçimde yaklaştı: “Katolikler kilisesinin günahları adına pişmanlık sergilenmeli, günah çıkarmalı! Pişmanlık sergilediğiniz zaman yaşamınızdaki yanlışları daha iyi kavrayabiliyorsunuz!” Aslında Papa, Katolik kilisesini eleştirenlerin de pişmanlık duyması gerektiğini, günah çıkarmalarınn tek yol olduğunu belirtiyor, üstü kapalı da olsa. Çünkü “dünyanın günahlarımızdan dolayı bize yönelttiği
eleştiri okları” her iki tarafın da, yeni hem kilisenin hem de eleştirenlerin, pişmanlıklarını dile getirmesi gerektiğini belirtmek amacıyla söylenmiş. Lafa bakar mısınız?! Örneğin bendeniz, Katolik papazların,
küçük çocukları cinsel anlamda taciz ettiklerini yazdığım için pişmanlık duyacakmışım!
Çocuklara taciz uygulan her kimse, babam bile olsa yakasına yapışırım! Ne pişmanlığı!
Kız komadan çıkmış başlamış Almanca konuşmaya
Kız Hırvat. Hayatında tek kelime Almanca konuşmamış. Derken yirmi dört saat süren bir komaya giriyor. Komadan çıktığındaysa tek konuştuğu dil Almanca. Yani ana dili Hırvatcayı da hepten unutmuş; anası ve babasıyla çevirmen kullanarak konuşabiliyor ancak! Dr Mijo
Milas, “Daha önce de komadan çıkınca başka diller konuşmaya başlayan hastalar olduğunu biliyoruz. Hatta Hz. İsa döneminde ya da Firavunlar çağunda konuşulan dilleri bülbül gibi şakıyanlara da rastlandı. Bunların tümüne geçmişte mucize denirdi. Bense, buna bilimsel bir çözüm aramaya çalışıyorum.” Profesör Dujomir Marasovic ise, “Böyle ciddi bir sarsıntı geçiren beynin ne tür tepki vereceğini kestirmek çok güç. Bazı kuramlar üzerine çalışıyoruz ama somut birşey yok henüz!” açıklamasını yapmış.
Buyrun bakalım!
Sabah kalktınız, gazeteye geldiniz, bizim çaycı
Muharrem Svahili dilinde konuşuyor ve
Afrika danslarından örnekler sergiliyor. Mustafa Kartoğlu kardeşim de herkese emirler yağdırıyor, çabuk Svahili dilini bilen bir çevirmen getirin de şu Muharrem’in derdini çözelim diye!
Stresin iyisi de var (3)
Stresle ilgili bu üçüncü yazı. Beklediğimden çok büyük ilgi gördü. Onlarca e-
posta geldi. Hepsi de soru yüklü. Bende bunların
yanıtları yok.
Ama bu yazıları lütfedip kaleme alarak bana yollayan Filiz Emirsoy Hanımefendi’ye iletiyorum.
O da bu tür yazıları sürdürmeye söz verdi; Özellikle uzmanı olduğu çocuk yetiştirme ve çocuk ruh sağlığı konularında.
Şimdi gelelim üçüncü yazıya, stresle ilgili: “Doğanın dengesi içinde mutluluğu tam olarak al
gılamanın yolu mutsuzluktan, kavuşmanın tadı beklemekten, doymanın hazzı acıkmaktan, dönmenin keyfi gitmekten, sahip olmanın anlamı da, çoğu kez, kaybetmekten geçer. Türk
toplumunun diline pelesenk olmuş yahu amma güldük galiba ağlayacağız mantığı, olumluyu değil de hep olumsuzu bekleme alışkanlığımızdan kaynaklanıyor.
Aklınızı, bedeninizi, ruhunuzu olumlu alanlarda var olan uğraşlara yönlendirmeniz gerek.
“Kısacası denetim dışı ve de
bünyenizi yıpratan stresten uzak kalabilmenin yolu, dizginlerini elinizde tuttuğunuz,
spor, açık havada uzun yürüyüşlere çıkmak gibi, toplumsal ve bireysel özgüveninizi de destekleyecek hatta güçlendirecek sağlıklı stres kaynaklarına yönlenmenizden geçiyor. Salt spor değil ‘
hobi’ diyebileceğiniz, çeşitli uğraşlar da sağlıklı stres sınıfına girer. Ve bunlar, sizi atık (bünyenize zarar veren) duygulardan uzaklaştırır.”
(Filiz Hanım’a tekrar teşekkürler.)
ÇOK İYİ LAF
Arkadaş, aynı güneş altında
çamaşır kurutmaktan başka akrabalığımız yok!
(‘Yahu biz akraba sayılırız’, diye size rampalamaya çalışanlara verilecek en güzel yanıt!)