Ahmet Türk'e
Samsun'da atılan
yumruk, dikkatlerimizi Emniyet içindeki
Ergenekon yapılanmasına çevirmelidir.
Ergenekon
dava sürecinde ortaya çıkan silahlar,
eylem ve
darbe planları ortada. Dokunulamayanlara dokunuluyor. Ama bir şey daha görüyoruz, devletin bütün kurumlarında, davanın seyrini etkilemek, bu
demokrasi hamlesini boşa çıkarmak için büyük gayret ve direnç var. Sıra
general ve
amirallere gelince neler oldu, gördük...
Samsun'daki olaya dönelim. Cumhurbaşkanı Gül, "Samsun'da daha iyi
tedbir alınması lazımdı." diyor.
Başbakan Yardımcısı Arınç, "Büyük bir zafiyet var, bir ilkokul talebesi bile alınması gerekli tedbirleri bilirdi." diyor. İçişleri Bakanı
Atalay, müsteşarın, Samsun Valiliği'ni ve
emniyetini, üç gün önce ikaz ettiğini söylüyor. Buna rağmen, ekranlarda seyrettik, sanki polis, saldırganın yumruk atması için her türlü kolaylığı sağlamış... Bu adamlar, bu cesareti nereden alıyor? Hakkâri'deki olayı da unutmayalım. Türk'e atılan yumruğu
protesto gösterisinde 5 polis, 14 yaşındaki çocuğu öldüresiye dövüyor, yerlerde sürüklüyor. O insanlık dışı sahneler, Türk-
Kürt çatışması çıkarmak için değilse, ne içindir?
Ortada apaçık bir provokasyon ve buna zemin hazırlayan Emniyet mensupları var. Büyük bir
tehlike ile karşı karşıyayız.
Bu durum, sadece Samsun'a ait olamaz. Bütün illerde ve ilçelerde bir anda düğmeye basılabilir. Toplumu dehşete düşürecek provokasyonlara zemin hazırlanabilir. Konu çok önemli.
Hükümet, alınması gerekli en acil tedbirleri almak zorundadır.
Üst bürokraside, MİT'te ve Emniyet içinde, cuntacıların bağlantılarının, işbirlikçilerinin olmadığını kimse söyleyemez.
Önce geçmiş aylara ait kısa bir haber aktarayım: "Ergenekon
operasyonu kapsamında tutuklanan, eski
Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim
Şahin ile
emekli Albay Levent Göktaş'ın yollarının,
Susurluk skandalında kesiştiği ortaya çıktı. Şahin ile Göktaş'ın, birlikte,
İsrail'den satın alınan ve Susurluk skandalı tartışmalarının odak noktasında bulunan operasyon silahları için 1994 yılında iki kez bu ülkeye gittiği anlaşıldı." (Burada, İsrail-
Türkiye ilişkilerini ve Mossad-Ergenekon irtibatlarını düşünmek gerekir. İtalya'da, Gladio yapılanmasının beyninin P-2 Mason locası olduğu gerçeğini de hatırlatayım...)
İbrahim Şahin, verdiği ifadede, "Üç yüz tane etkili kişiyi (polisi) bana bulmam söylendi, ben güvenlik müsteşarı olduğumda onlarla birlikte çalışacaktım." demişti.
Yine halen
Eskişehir emniyet müdürü olan Hanefi Avcı'nın, Ergenekon davasının üçüncü iddianamesinde,
tanık sıfatıyla verdiği ifadede, "Emniyet, MİT ve Jandarma içinde '
PKK ile mücadele' adı altında üst düzey kamu görevlilerinin organize ettiği, kanunsuz 'mafyavari' bir yapılanma olduğunu" söylediğini hatırlayalım...
Ahmet Türk, demokratik protestoların dışına çıkılmaması tavsiyesi yaparak, sağduyu örneği verdi ve çok güzel söyledi: "Sadece
Kürtler değil, Türk halkı da bu olayı yüreğinde ve beyninde mahkûm etti. Bir musibet, bazen çok daha hayırlı şeyler getiriyor." Kendisine büyük geçmiş olsun diyoruz. Bu milletin makul çoğunluğu, bütün samimiyetiyle, aramızdaki güzel kardeşliği sevgiye dönüştürecek duruşu önemsiyor.
Sayın Türk'e atılan yumruk, milletimizin birlikte yaşama iradesine atılmıştır. Şimdi hepimizin uyanık, hassas ve temkinli olması gerekiyor.
Ama
Hürriyet gazetesinin ne yaptığını anlamakta zorlanıyoruz. Yılmaz Özdil, şunları yazabildi: "Bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmek 'demokratik hak' kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye '
ırkçılık' oluyor? Yumruğunu 'adaletin tokmağı' yerine koyup, Ahmet Türk'ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu..." Hürriyet daha önce de Ahmet Kaya'nın lincine önayak olup, "Vay şerefsiz" diye
manşet atmıştı. Bu ne iş Sayın Berberoğlu?