CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın Van'da karşılanış şeklinin tasvip edilecek yanı yok elbette. Bu hassas dönemde
sivil siyasetin önünü tıkamaya yönelik bütün eylemlerden kaçınmak gerekir.
Aksi halde siyaset dışında çözüm arayan birilerinin ekmeğine yağ sürmüş olursunuz.
Deniz Baykal'a ısrarla Van'ın yumurtasından tattırmak istenmesi, bana bundan yarım yüzyıl kadar önce meydana gelen kimi vahim olayları hatırlattı. O tarihte
Demokrat Parti iktidardaydı,
Cumhuriyet Halk Partisi ise muhalefette. Bakın neler yaşanmıştı 51 yıl önce?
27
Ekim 1957
seçimlerinde DP'nin oyları bir miktar düşmüş, anamuhalefet partisininki ise artmıştı. Bu sonuç, parlamento içi ve dışı muhalefetin sesini yükseltmesine yol açacak ve siyasetin giderek sertleşmesiyle birlikte
darbenin ayak sesleri her geçen gün kuvvetlenecektir.
Seçim sonuçlarına ilk
itiraz Gaziantep'ten gelmiş, itirazları kabul edilmeyen CHP'liler olay çıkarmış ve bazı resmi dairelere saldırmışlar, hatta işi, gönderdeki Türk bayrağını çıkartıp altı oklu CHP bayrağını asmaya kadar götürmüşlerdi. Bu hareketlerin üzerine tuz biber eken olay, ordu içerisindeki hücre
tipi örgütlenmenin ilk dışarıya yansıyanı olan "9 Subay Olayı"dır. CHP kadrolarının "
isyan" girişimleri ile ordudaki askerî darbe teşebbüslerinin eşzamanlı olarak patlak vermesi, birazdan göreceğimiz gibi 27
Mayıs sonrasına kadar uzanacak olan bir birlikteliği haber vermekteydi.
1958 yılında muhalefetin darbe imaları artar, iktidar ise buna yılmadan
cevap yetiştirir. 29
Kasım 1958'de Burdur'a giden
İnönü'nün taraftarları
jandarma ve polisle çatışırlar. Ardından siyasî hayatımızda yalancı bahar havası estiren bir hadise meydana gelir:
Başbakan Menderes Londra'daki
uçak kazasından sağ kurtulur. Bu olay yüzünden
halkın yeniden DP'ye yöneldiğini gören İnönü, savaşta beceremediğini siyasette dener ve karşı saldırıyı başlatır.
Taarruz, askerlerin kullanmayı sevdikleri bir kelime. Bununla askerin yardıma mı çağrıldığı, yoksa sivil bir yönetimin üzerine
kurmay stratejisiyle hareket etmenin mi kastedildiği açık değildir.
İsmet Paşa "
Bahar Taarruzu"nun açılışı için
1 Mayıs 1959 günü Uşak'tadır.
Bir parti başkanı gibi değil de,
muvazzaf bir
komutan edasıyla geldiği Uşak'ta, "Hoş geldin Garp Cephesi Kumandanı" yazılarıyla karşılanmıştı. Coşmuş olan Halk Partililer, DP il merkezinin önünden geçerken partiyi yuhalamaya, liderlerine hakaretamiz sözler sarf etmişlerdi. Buna sinirlenen DP'li bir il başkanı, elindeki çay bardağını pencereden aşağı fırlatmış,
bardak da gidip "Akis" dergisinin yayın müdürüne isabet etmişti. Zaten tetikte bekleyen CHP'liler de, derhal harekete geçerek DP il binasına hücum etmişler, attıkları taşlarla camı, çerçeveyi yere indirmişlerdi (böylece 'bahar taarruzu' başlamış oluyordu).
Ertesi sabah hükümet, istasyona jandarma ve polisi yığarak Demokratların olay çıkarmasına meydan vermemeye gayret etmişti. Ancak İnönü geçerken, Demokrat kalabalıktan bir ses duyulmuştu: "35 seneden beri neredeydin? Uşak'ı yeni mi hatırladın?" Laf atılınca İnönü kalabalığa doğru yürümüş, işte tam bu sırada olan olmuş, arkadan atılan fındık büyüklüğünde bir taş, Paşa'nın başına isabet etmişti. İnönü yere düşmüş ama çabuk toparlanmıştı. CHP'liler fırsatı ganimet bilip Demokratlar aleyhine bağırıp çağırmaya başlamışlardı çoktan.
Ancak asıl merak uyandıran nokta şurasıydı: Bu taşı kim atmıştı?
Görgü şahitleri, taşın karşıdan, yani DP saflarından değil, İnönü'nün arkasındaki kalabalıktan geldiğini söylüyorlardı, yani CHP'lilerden. Diyelim ki, bir DP'li içlerine karıştı da attı taşı, Halk Partililerin atan kişiyi yakalamamaları düşünülemezdi.
Ancak ne olduysa oldu ve fındık kadar taş çok nahoş olaylara neden oldu. Nitekim İsmet Paşa ertesi günkü
Manisa konuşmasında taşı hayatına kastetmek isteyenlerin attığını ve bunun Ankara'da (hükümetçe) tertiplenmiş olduğunu söyleyecekti. İktidar
terör yönetimine dönüşmüştü Paşa'ya göre,
insan hakları çiğnenmişti vs. Laiklik de elden gitmek üzereydi. Zaten Said
Nursi ile Menderes de aynı dili konuşmuyorlar mıydı?
Başbakan
Adnan Menderes keskin zekâsıyla Bahar Taarruzu'nun gerçek hedefini yakalamıştı. Başka bir şey sanmayın, "Bu yeni savaşın ismi
laiklik ve irticadır" diyordu. Menderes'e göre yapılacak şey, "bu muhterem milleti dininde, vicdanında, ibadetinde" rahat bırakmaktır.
İlginç olan nokta, bütün bu siyasi hayhuyların arasında bugün hâlâ milyonlarca
İstanbullunun her gün yararlandığı bir hizmetin ihalesine başlanmış olmasıdır. 25 Ocak 1960 günü basına açıklama yapan Bayındırlık Bakanı Tevfik İleri, Boğaz Köprüsü'yle ilgili çalışmaları anlatıyordu. Darbeden 4 ay önce, bu civcivli ortamda yine ülkeye bir çivi çakmaya çalışanlara cevap, CHP İstanbul İl Başkanlığı'nın kurduğu haber alınan gizli bir "yeraltı örgütü" olacaktı. Nitekim 5
Nisan günü basına sızdırılan gizli
genelge, parti olarak
emekli bir albayla (
Cemal Yıldırım) temasa geçildiğini ve bazı partililerin fısıltı gazetesiyle söylentiler yaymakla görevlendirildiklerini bildiriyordu.
Kutsal
ittifak darbe yolunda güç birliği yapmıştı bile. CHP örgütüyle ordu içindeki hücreler paralel atış yapıyorlardı. İşte tam bu ortamda İsmet İnönü'nün o son derece ağır kaçan meclis konuşması geldi. Yakınlarda gerçekleşen
Kore İhtilali'ne göndermede bulunan İsmet İnönü şunları söylemişti:
"Baskı tertipçileri bilsinler ki, Türk milleti, Kore milletinden daha az haysiyetli değildir."
Bu fevkalade anti-demokratik konuşma üzerine İnönü 12 celse
Meclis'e girmeme cezası alacaktı. İhtilalin son ayına girilmişti ama Menderes
radyo konuşmasında bıkıp usanmadan milletin iradesine vurgu yapıyordu:
"Ayak patırtısı millet iradesinin üstüne çıkacak olursa bu memleketin hali perişan olur."
Halk arasında "Haklısın ama alacağın yok" denir.
Hem haklı, hem de alacağı olan biri yaşamıştı bu topraklarda.