Başsavcı Vekili Turan
Çolakkadı bir buçuk cümlede her şeyi özetledi: "
Savcıları almak bizim yetkimizde. Başka bir şey söyleyemem."
Devlet terbiyesi daha fazlasını söylemeye müsaade etmese de, olan bitenler söze hacet bırakmadı. Savcı Ferhat
Sarıkaya'nın sorgusuz sualsiz
kürek mahkûmu haline getirildiği andan beri, sürekli birileri başkalarının yetkisini kullanıyor. Belki de, zaten var olanı Sarıkaya hadisesi ortaya çıkardı demek daha doğru.
Ergenekon savcılarının terfisini durdurmak, görevden almak ve
Erzurum savcılarını görevden almak
HSYK'nın yetkisi ile oldu. Yüksek yargıdan aynı paralelde açıklamalar geldi. Başsavcı
iktidar partisini
kapatma davası açtı. İkinci davanın sinyalini verdi ya da öyle anlaşılmasını istedi.
Bunlar hukukun üstünlüğüne ve yargının itibarını yükseltmeye yaramadı. Aksine zanlar ve şüpheler doğurdu. Buna rağmen HSYK aynı yolda yürümekte ısrarlı. Kendi kendine zarar veren şeylerde ısrarın bir mantığı olmalı. Adalet mülkün temeliyse, yargı mensupları neden mülkün temelini korumayı değil de manasız bir mücadeleyi
tercih ediyor ki?
Hâsılı, birileri, başka birilerinin yetkisini kullanabiliyor. Ya da birileri herkesin yetkisini kullanabilecek imkânlara sahip.
Yargı bağımsızlığı gibi çok önemli, hatta olmazsa olmaz bir husus, gerçekte çeşitli sebeplerden dolayı başka amaca
hizmet eder hale gelmiş. Yargı bağımsız olsa, bavullarla orijinal belgeleri, silahları ve ses bantları bulunan bir davanın savcıları
operasyon anında görevden alınabilir miydi?
Açıklamalar ve ileri sürülen gerekçeler, sadece davası görülen örgütlenmenin çapını daha iyi anlamaya yarıyor. Eğer bu dava ilerler ve sonuca giderse nereleri etkileyeceği
mahkeme üzerindeki
baskıların ulaştığı boyuttan belli oluyor. Ve her şeye rağmen davanın ilerlemesi "uzlaşma" ihtimalini zorluyor.
Geriye doğru ciddi bir tarama yapılırsa bu hususta birçok yazının yazıldığı görülür. Mesela Emre Kongar,
İtalya örneği üzerinden Ergenekon davasının da ancak bir yere kadar ilerleyebileceğini yazmış; o bir yerden sonra uluslararası baskı gruplarının devreye gireceğini ifade etmişti. Silivri'de yatanlara "merak etmeyin" mesajı veren bu türden yazılar, belki de öncelikli olarak, tutukluların motive edilerek konuşmasını engelleme maksadına hizmet ediyor. Arkadan özel hakim atayarak Dursun Çiçek'in tutukluluğunu kaldırmak, Çolakkadı'nın yanına bir
vekil daha atamak, ilave savcı koymak ve en son
Balyoz sanıklarının, topunun birden tutukluluğunu kaldırarak, tutuksuz yargılattırmaya kalkmak; hem mahkemeyi preslemek açısından hem de sanıkların morali açısından küçümsenemeyecek hamlelerden bazısını oluşturuyor.
Sözün özü şu noktaya getiriliyor:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mahkemeleri böyle bir davayı görmeye muktedir değildir. Bir yerden sonra uluslararası baskılar devreye girer ve siyasiler, siyaseti rafa kaldırmak isteyenleri "anlama" gereği duyar. Her ne kadar Ergenekon ve Balyoz sanıkları emperyalizm karşıtı, ulusalcı ve
bağımsızlık sevdalısı görünseler de Türkiye'de ulus aşırı dostlarının hatırı sayılır. Kurtlar Vadisi'nde bile İskender, Feller'in emrine girmek zorunda kaldı.
Zaten, Baykal'ın tehditleri, Bahçeli'nin meydanlarda ip atması, buna karşılık Erdoğan'ın "Beyaz çarşafı göze aldık." açıklamaları siyasiler tarafından durumun ciddiyetinin kavrandığını gösteriyor.
Geriye bir tek şey kalıyor. Sonucu belirleyen ne olacak? Kongar'ın ima ettiği gibi ulus aşırı güçlerin hatırı mı? Yoksa "Başkalarının savunmadan ümidini kestiği yerde Türklerin taarruzu başlar." sözünde olduğu gibi, iktidar ve muhalefetiyle tüm siyasetin, en azından iktidarın, siyaseti rafa kaldıran müdahaleleri kökünden çözmek için mahkemenin rahat çalışmasını sağlamak üzere ne lazımsa yapması mı? Eğer ikincisi gerçekleşirse bu aynı zamanda siyasetin rüşt ispatı olacak...