Aslında... Aklımda konular uçuşup duruyordu. Neredeyse dünya gündeminin tek maddesi haline dönüşen ABD Başkanı Obama’nın nükleer silahları sınırlayan yeni
savunma stratejisi...
Hayat hikâyesi
Oscar ödüllü “Shine” filmi ile beyazperdeye aktarılan şizofreni hastası, dahi piyanist David Helfgott’un bugün İstanbul’da Lütfi Kırdar’da vereceği konser...
Fransız Devrimi’nin
genç önderlerinden Saint Just’ın, “devrim, silahların değil yasaların patlamasıdır” deyişini akla getirerek ayaklanan halkın Bişkek’in tefessüh etmiş rejimine
isyan etmesi...
Dünyanın güneş enerjisiyle çalışan ilk uçağı “
Solar Impulse”ın başarıyla tamamladığı iki saatlik uçuşu. Ama Türkiye’deki “hukuk rejiminin” ibretlik halini gösteren
Balyoz soruşturmasındaki gelişmeler, bunları yazmaya izin vermiyor.
***
“
Savcıların önü neden kesildi” başlıklı dünkü yazımın son bölümündeki soru şöyleydi:
“Balyoz’a müdahaleyi ‘hukuksal’ olarak mı yorumlarsınız, ‘ordu komutanını’ kurtarmaya yönelik bir müdahale söylentisine daha çok mu inanırsınız?”
Cevap anında
Başsavcı’dan geldi.
Muvazzaf
subayların
gözaltına alınmak istenmesi nedeniyle operasyona müdahale edildiği iddiasını hatırlatan Şamil Tayyar’a Başsavcı şunları söylüyor:
“Gözaltına alınması istenen subayların 78’i
muvazzaf...
Bunların 25’i
amiral ve
general rütbesinde...
Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nda var,
Güney Deniz Saha Komutanlığı’nda var, 6. Kolordu’da var, Hakkâri’de
terörle mücadele eden askeri birliğin başında olan var...
15-20 kişi de emekliye ayrılmış subay, toplam 95 kişi... Böyle bir yakalama ve gözaltı kararının yol açacağı sonuçların iyi değerlendirilmesi gerekir.”
***
Sonuçları “neye” ve “kime” göre değerlendireceğiz? Eğer olması gereken tek ölçü “hukuk” ise savcılar Balyoz Darbe Planı’nın beş bin sayfayı bulan belgelerini
teker teker inceleyip,
mahkemeye başvurmuşlar... Üstelik mahkeme, savcıların daha önceki “yakalama ve gözaltı” taleplerini yerinde bulmuş...
Ayrıca...
Yirmi beş General ve Amiral, savcı sorgusundan sonra da ya serbest bırakılacak ya da yeniden mahkemeye sevk edilecek... Kısacası nihayetinde gene mahkeme karar verecek...
Ama söz konusu “Generaller” olunca, Başsavcının da
itiraf ettiği gibi işin rengi değişiyor... Eğer tüm tutukluları önceden öngörüldüğü üzere topyekûn bırakan bir “
nöbetçi hâkim” söz konusu değilse, Başsavcıdan savcı ve mahkemelere güven yok...
***
Tabii bu skandalla ilgili hala yanıtlanmamış başka sorular da var...
İlki, Başsavcı operasyonun başladığı sabah saatlerinde değil de neden
akşam saatlerinde savcıları görevden aldı?
İkincisi...
Balyoz soruşturmasını derinleştiren savcılar Bilal
Bayraktar ve
Mehmet Berk tarafından çıkarılan
yakalama kararı sabah saatlerinde merkez komutanlıklarına bildirildi.
Merkez komutanlıkları da aralarında 25 generalin de bulunduğu 75 muvazzaf subayla ilgili nasıl bir işlem yapacaklarını
Genelkurmay Başkanlığı’na sordular. Ancak Genelkurmay saat 16.00’ya kadar merkez komutanlıklarına herhangi bir talimat vermedi. Karargâh’tan talimat gelmediği için 75 subay hakkında yakalama işlemi yapılmadı.
Neden?
Ve birinci ve ikinci sorular arasında bir irtibat var mı, var ise ne?
***
Gerçek bir hukuk devleti arzusuyla hareket eden herkesi çok mutsuz eden bu gelişmelerin tek iyi yanı var: 2010 yılında hukuk sistemimizin “kaşarlanmış Ergenekoncular” dışında vicdanı olan herkes tarafından çıplak bir biçimde görülüp, iyice anlaşılması...
Türkiye’de rejim “vatandaşı” ikiye ayırıyor:
Askerler ve siviller...
Askerleri de ikiye ayırıyor:
Generaller, Amiraller ve diğerleri.
302 General ve Amiral söz konusu ise savcılar görevden gidiyor, zanlı konumdaki Generallerle Amiraller kalıyor.
Başsavcı “hukukun” gereğinden ziyade...
“Böyle bir yakalama ve gözaltı kararının yol açacağı sonuçların iyi değerlendirilmesi” gereği üzerinde duruyor. Siz olsanız böyle bir ülkeyi ve görüntüyü AB’ye alır mısınız?
***
Fransız Devrimi’nin azgın önderlerinden Saint Just’ün “devrim, silahların değil yasaların patlamasıdır” deyişi Bişkek’de olup bitenlerle ilgili aklıma gelmişti. Ama bizim ülkeye galiba daha iyi oturmakta...
Çünkü...
Bizde sadece yasalar değil, toplumu “General, Amiral ve diğerleri” diye ayıran hukuk sistemi, toplumun ayaklarının altına yerleştirilmiş bir
mayın gibi topyekûn infilak ediyor.
Allahtan biz çareyi sokaklarda değil,
referandum sandıklarında arıyoruz.