Bu haftanın en önemli olayı, en azından benim için,
Avrupa Nükleer Araştırmalar Örgütü CERN’in
İsviçre-
Fransa sınırındaki devasa büyüklükteki tünellerinde, yani ‘büyük
hadron çarpıştırıcısı’ adı verilen insanlık tarihinin en büyük makinasında yapılan
deneyin başarıyla başlamasıydı.
Bu deney, onyıllardır tasarlanan, uğrunda 8 milyar dolardan fazla para harcanan bir deney. Belki aylardır deneyle ilgili olarak gazetelerde (
Radikal dahil) bazı ipe sapa gelmez ama insanın içini gıcıklatıcı bilgiler okuyorsunuz. Yok büyük
patlama (big bang) anının şartları yeniden yaratılıyormuş, yok bu deney sırasında kazayla bir ‘kara delik’ oluşabilir ve böylece dünyanın sonu gelebilirmiş vs.
Hatta bu spekülasyonlar sonunda Türkiye’de de gösterilen bir televizyon dizisine bile esin kaynağı oldu. Flashforward isimli, benim de ilgiyle izlediğim dizi, CERN benzeri bir yerde yapılan deney sırasında insanlığın başına geldiği öne sürülen bir dizi olayı konu alıyor.
Şimdi size, CERN’deki deneyde gerçekte ne arandığını yazacağım ve siz de muhtemelen bu yazıyı sonuna kadar okursanız, “Yani bu muymuş?” duygusuna kapılacaksınız, “8 milyar doları bunun için mi harcadı Avrupa?”
***
Deneyde ne arandığını anlamak için, profesyonel fizikçilerin affına sığınarak bazı çok kaba özetlemeler yapacağım.
Söze şöyle başlamalıyım: Bu dünyada bir
atomu gören kimse yok. Evet, atomun varlığını biliyoruz, bir atomun nelerden oluştuğu hakkında da teorilerimiz var ama bir atomun nasıl atom olduğunu, hangi temel parçacıklardan oluştuğunu ve o temel parçacıkların da hangi şartlarda nasıl davrandıklarını bilmiyoruz.
Bunu bilmeyince de, evrenin oluşumu, maddenin oluşumu, kütlenin oluşumu hakkında da fazla bir şey bilmiyor oluyoruz. Bu konularda bazıları geniş kabul görmüş, bazıları ise hala spekülatif muamelesi gören ama hep ciddi ciddi insanlarca ortaya atılmış teorilerimiz var.
Sorun şu: Biz
Einstein’dan beri, evrenin büyük ölçekte nasıl hareket ettiği hakkında bir fikre sahibiz ama o evrenin temeli olan atomaltı ölçekte neler olduğunu bilemiyoruz. ‘Kuvantum Fiziği’ veya ‘Kuvantum Mekaniği’ denen koca bir fizik dalı bu soruların cevabını aramakla meşgul.
Kuvantum düzeyinde, yani atomu meydana getiren temel parçacıklar düzeyinde ciddi bir sorunumuz var: O parçacıkları gözümüzle gözleyemiyoruz.
Çünkü bizim ‘görmek’ için ışığa, yani fotonlara ihtiyacımız var ve görmeye uğraştığımız şeyler de bir nevi foton. Yani, sırf bakmaya çalıştığımızda bile görmeye çalıştığımız şeyi bozuyoruz.
İşte bu yüzden, atom ve atomaltı seviyesindeki her şeyle ilgili bilgilerimiz teori ve hipotez düzeyinde. Hepimiz okullarda gördük, atomun bir şekli var, işte ortada çekirdek, etrafında dolaşan elektronlar ve nötronlar. Bu bir görselleştirmeden, bir insanın kafasındakinin grafik aktarımından başka bir şey değil. Gerçekte kimse atom görmediği için, bu şekli de bakarak çizmedi elbette.
İşte bu şekil gibi bir dizi soyutlamamız var; bazılarını elimizdeki matematik öyle gerektirdiği için denkleme katmışız, bazılarını türlü çeşitli deneyler sayesinde bir ölçüde gözlemişiz vs.
Zaten tam da bu yüzden o bilim dalının adı ‘Teorik Fizik.’
İşte bu teorilerden birinin adı da, Standart Model. Halen bunun en geçerli kabul edilen teori olduğunu, bu teorinin bazı bölümlerinin deneylerle de doğrulandığını söylemeliyim; yoksa her şeyi birer hayalden, birer varsayımdan ibaret sanabilirsiniz.
Standart Model’in varlığını emrettiği, daha doğrusu kurulan matematiksel formülün işlemesi için ihtiyaç duyulan bir şey var, ona Higgs Parçacığı adı veriliyor. Eğer bu parçacık yoksa, daha önceki kısmi kanıtları nedeniyle
Nobel alan Standart Model de çökecek, yok varsa, o zaman
model doğrulanacak.
Fizikte işler böyle yürüyor. Einstein da, İsviçre’deki
patent ofisindeki bürosunda soyut düzeyde özel ve genel görelilik kuramlarını geliştirdiğinde sadece kendi hayal gücüne ve aklına ve tabii matematiğe dayanıyordu. Zamanla iki kuram da deneylerle doğrulandı.
İşte CERN’de aranan şey bu Higgs parçacığı. Eğer varsa ne ala, model doğrulanacak, halen heyecanla deneyin sonucunu bekleyen
İngiliz fizikçi Peter Higgs belki bir Nobel kazanacak, maddenin kendisi hakkında bilgimiz inanılmaz ölçüde genişleyecek ve kim bilir başka ne olumlu sonuçlar alacağız. Ama ya Higgs parçacığı yoksa, ya ona rastlanamazsa? Tabii parçacığın yokluğunu kanıtlamak varlığını kanıtlamaktan çok daha zor ama diyelim 3 milyar çarpışmanın hiçbirinde bu parçacık ortaya çıkmazsa belki de ‘Yokmuş’ diyebileceğiz.
8 milyar dolarlık soru bu işte.
***
Bu köşenin fiziki sınırlarını fazlasıyla zorluyorum o yüzden yazıyı burada kesmeliyim, eğer ilginizi çektiyse haftaya Higgs parçacığı ve deneyin ayrıntılarıyla ilgili daha fazla sohbet ederiz.