Kurumlar arası itiş kakış sürüyor
Türkiye’de.
Yalnız bunun bir iyi yanı var: Her şey kamuoyunun gözleri önünde; hiçbir şey kapalı kapılar ardında kalmıyor.
Eline
yasa ya da
darbe anayasası nedeniyle bazı güçler geçirenler, bu güçlerin ellerinden gideceğini anladıkları an basıyorlar yaygarayı.
Yaygaraya gerekçe olan söylem hiç değişmiyor: “
Cumhuriyet elden gidiyor!”
Örneğin 28
Şubat.
İrtica ha geldi ha gelecek; şeriat kapıdan giremedi bacadan sızdı derken bir gecede 40 milyar dolar buharlaştı. Ama kimsede gık yok!
Susurluk hasıraltı mı sümen altı mı ne edildi; gene sessizlik
egemen ortalığa! Aslına bakarsanız
kavganın, laiklikle falan hiçbir ilgisi yok! Kavga,
sermayenin el ve yön değiştirmesinden kaynaklanıyor. Sermaye yavaş yavaş Anadolu’ya kayıyor. Eyvah ki ne eyvah! Sermaye Anadolu’ya kaydıkça da buna hemen yaftalar yapıştırılıyor:
Yeşil Sermaye... Dinci Sermaye!
Bu yaftaların hepsi palavra! Sermaye ister muhafazakarda, ister liberalde, ister sosyal demokratta olsun. Önemli olan bu sermayenin nasıl yatırım yaptığı. İs
tihdam sağlayıp sağlamadığı. Ürettiğinin kaçta kaçını iç, kaçta kaçını da dış piyasalara satabildiği. Geçmişte, gümrük duvarlarının ardında,
çürük mallar üretip bunu yüzde bin karla satarken bu gariban millete, irticadan falan söz eden yoktu! Kimse şeriat geliyor diye yaygara koparmıyordu! Peki bu yaygaraları koparanlara niye inanıyoruz?
Oğuz Ağca’nın yaptığı
küçük bir araştırmaya göre, Türkiye’de insanlar okumuyor. Örneğin,
okuma alışkanlığında Türkiye, 178
ülke arasında ancak seksen altıncı olabilmiş. Bundan kırk beş yıl önce, Türkiye’de, her yıl, ortalama, 23 milyon 386 kitap basılırken, bugün, bu sayı 2 milyonlara düşmüş! Türkiye zenginleşiyor ama kitap okuma oranı düştükçe düşüyor. Araştıran yok.
İnternet magandaları dilediklerince sallıyor, yalan yanlış şeyler yazıyor. Ve bunlara inanıyor insanlar, özellikle de
gençlik. Biraz zaman ayırsalar, birazcık zahmet edip okusalar, nelerin gerçek nelerin yutturmaca olduğunu öğrenecekler. O zaman da, önlerine pişirip pişirip sürülen aynı çorbaya kaşık sallamaktan vazgeçecekler!
Zamanın durduğu müze
İsviçre, saat dünyasının, tüm
üretim süreçlerinden en ince işciliğine değin yapıldığı, dünyanın en ünlü merkezi. Ve tabi en değerli tarihi eser koleksiyonları saatlerden oluşuyor. La-Choux-de-Fonds kentinde, Uluslararası Saatcilik
Müzesi var.
Saatin ilk gününden başlayıp yüzyıllar boyu geçirdiği evreleri sergileyen inanılmaz bi yer burası. Özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda,
İngiliz ve
Fransız zenginleri için yapılan saatler var ki, bugün her birinin değeri milyonlarca euroyla ölçülüyor. Ama paha biçilemeyen saatler, 14. yüzyıldan kalma ve İtalya’da Luigi Pippa’nın elinden çıkmış; saatle pusulayı birleştirmekle kalmıyor üstelik som altından yapılmış. Yolunuz İsviçre’ye düşerse, mutlaka bu müzeyi gezin. Gözlerinize inanamayacaksınız. (Ömer
Kahraman Kurtoğlu’na teşekkürler)
Mısır Çarşısı
Her gidişinizde, size yepyeni bir yüzünü gösteren
Mısır Çarşısı ve çevresinde iki saatlik bi yürüyüş yapın hafta sonu. Mısır Çarşısı 1666 yılında yapılmış. Her biri farklı dünyalara açılan altı kapıya sahip, ‘L’ biçimindeki çarşının iki kolu bir meydanda kesişir. Buraya da Dua Meydanı denir. Zamanında esnaf bu meydanda toplanır, dua edermiş. Ancak ondan sonra çarşının kapıları açılırmış müşterilere. Bugün çarşıda neredeyse yok yok! Nargileden, dansöz giysilerine; baharattan
Hacivat Karagöz kuklalarına kadar ne isterseniz bulabilirsiniz. Mısır Çarşısı’nın çevresindeki lokantaların iskemlelerine kimler oturmamış kimler: Robert de Niro, Audrey Hepburn, Tony Curtis, Burt Lancester bunlardan sadece birkaçı. Tahmis Caddesi’nden Bahçekapı’ya uzanan, buram buram tarih kokan sokaklarda, yüzyıllık lokantalar yan yana, karşı karşıya. Geleneksel
Osmanlı mutfağının her türlüsü hazır, tabaklara konmayı bekliyor. Yemekten sonra da sakızlı-fındıklı, közde Türk kahvesi içmeyi unutmayın.
Mısır Çarşısı’nın yanındaki Çiçek Pazarı’ma ne demeli? Osmanlı sultanlarının görkemli bahçelerini yaşatmak istercesine,
renk renk, mis gibi kokan türlü türlü
çiçek. Eski
İstanbul bahçelerini süsleyen binbir çeşit
tohum ve bitkinin de satıldığı pazarda, tavus kuşları, papağanlar hatta iguanalar bile var.
Kapı komşusu açık hava kahvelerinde demli bir çay içmeyi de
ihmal etmeyin ha! Hadi size iyi tatiller.
TRABZONLU CİN GİBİDİR
Trabzon’da, halkı kontör dolandırıcılığına karşı biliçlendirmek için çalışma yapan polis,
Temel fıkralarına konu olacak bir olayla karşılaşınca önce şaşırmış, sonra da kendi kendine gülmüş tabi. Yurttaşların dolandırılmasını engellemek için,
Trabzon’un işlek caddelerine,
alışveriş merkezleriyle
banka şube ve ATM’lerin önüne yaklaşık bin kadar
afiş asmış. “
Polis olduğunu söyleyip sizden kontör isteyenler dolandırıcıdır. Lütfen bu kişilere kontör vermeyiniz” gibisinden bi uyarı işte. Bu uyarı üzerine polis, kontör dolandırıcılarının piyasadan silindiğini saptamış saptamasına da, bu kez kontör yerine para isteyenlerin sayısı artmaya başlamış. Çarşı Polis Merkezi’ne başvuran bir vatandaş, ATM’nin önünde yanına bir “polisin” geldiğini, bir
hesap numarası verdiğini ve bu hesaba 5 bin lira yatırmasını istediğini söylemiş. Adam da yatırmış.
Polis, afişleri görüp görmediğini sorunca da adam, “kardeşim afişlerde kontör yazıyor! Para yazmıyor ki! Hata sizin!” demez mi? Tabi dolandırılan sadece bu adamcağız olsa iyi. Arka arkaya kontör yerine para verenler karakolların önüne dizilmeye başlamış.
Bunun üzerine polis, o afişleri “Unutmayın Polis
Kontör ve Para İstemez!” diye değiştimek zorunda kalmış!