Her müçtehid müceddid, her müceddid müçtehid midir? Çok net bir soru ama cevabı soru ölçüsünde net ve yine soru ölçüsünde kısa değil.
Sebebi, müçtehid ve müceddid kavramlarına verilen manaların değişik olması ve bu iki vasfı bünyesinde cem eden kişilerin varlığı.
Müçtehidden başlayalım; fıkhi zaviyeden baktığımızda -ki içtihad ve müçtehide genel yaklaşım hep bu merkezdedir- hükmü bizzat
Allah ve Rasulü (sas) tarafından belirtilmeyen ve sınırlı olan nasslardan hareketle sınırsız olan meselelere icma, kıyas, istihsan, istislah, istishab, örf-âdet ve benzeri istinbat metotlarına riayet ederek hüküm üreten kişiye verilen isimdir. Müçtehid yaptığı bu zihni ameliye ile özünde dinamik olan dini, gerçek manada dinamik yapmakta ve böylece hayata taşımaktadır. Aksi halde din, statik bir değerler manzumesi olarak kalırdı.
Mevcut şartlara göre
İslami bilginin yeniden üretilmesi manası taşıyan, İlahi iradenin hayata yansıması için vazgeçilmez konumda olan ve Hz. Peygamber döneminden bu yana kesintili bir süreç izlese de günümüze kadar devam eden ve edecek olan içtihat, yukarıda belirttiğimiz çerçevede kabullenilecek olursa, kutsal değil beşeri bir kavramdır. Bu kavrama kutsallık atfedilmesi, aslında meselenin künhüne
vakıf olamamanın göstergesidir.
Müceddide gelince; tecdit ameliyesini yapan şahsa verilen isimdir. Tecdit ise, bir zamanlar hayata mal olmuş, "bizim" diyebileceğimiz kültür ve
medeniyet anlayışımıza temel oluşturmuş ama üzerinden geçen zaman içinde çeşitli saiklerle unutulmaya yüz tutmuş dine ait her seviyedeki değerlerin
toplumsal planda yeniden ihya edilmesi istikametindeki çaba ve gayret demektir. Bir başka anlatımla tecdide, İslam'ı Hz. Peygamber ve Hülefa-ı Raşidin dönemindeki aslı saffet ve hüviyetiyle yeniden buluşturma çalışmaları da denebilir.
Kavramları
tarif özelinde yaptığımız bu açıklamalara ilaveten, hayalen maziye doğru bir
yolculuk yapıp, İ. Azam, İ. Şafii, Ahmet b. Hanbel, İ. Malik'e müçtehid; Ömer b. Abdülaziz, Hasen el-Eş'ari, Ebu Hamid el-İsferaini, İ. Gazzali, İ. Rabbani'ye ittifakla müceddid dendiğini düşündüğümüzde, müçtehid ve müceddidin kim olduğu etrafında zihnimiz çok daha netleşiyordur sanırım. Tabii bunun netleşmesi için, bu büyük zatların eser verdiği ve toplumsal planda yapagelmiş olduğu işlerin ansiklopedik seviyede dahi olsa bilinmesi lazım. Benim hüsnü zannım, hemen her
Müslüman, bu zatlar ve hayatları hakkında ansiklopedik malumata sahiptir.
Bu açıklamaların belirlediği çerçeve içinde kalarak sorunun cevabına gelecek olursak; her müçtehid müceddid değildir. Müçtehid ilmi faaliyetine öncelik veren, hayatın gerçeklerine vakıf olmakla beraber evinde, kütüphanesinde, okulunda, üniversitesinde talebeleri ile birlikte hayatını geçirebilir. Ama her müceddid müçtehid olmalıdır. Çünkü onun bir başka müçtehidin ihtiyacına muhtaç olmaksızın, din ve toplum özelinde eksik ve ve gediği görüp ihya edilecek alanlarda bizzat kendisinin içtihad yapması arzu edilen bir durumdur.
Bununla birlikte müceddid müçtehid de olmayabilir. Çünkü tarihin de şehadetiyle sabittir ki öyle müceddidler vardır ki, belki ihtiyaç olmadığı için, müçtehidler içtihadları ile o alanı kapattığı için içtihada gerek duymaz ama o içtihadların hayata taşınmasında görev alır.
O zaman sonuç, her müçtehid müceddid değil, her müceddid de müçtehid değildir. Fakat her müçtehid müceddid, her müceddid de müçtehid olabilir. Nitekim İslam ulemasının büyük çoğunluğu İ. Şafii'nin hem müceddid hem de müçtehid olduğu kanaatindedirler. Müceddidin müçtehid olmasına gelince, o tercihe şayandır.