1990’lı yılların ortasındaydık. Büyükada’da, Atinalı Büyükadalı
Rumlarla buluşmuştuk. Onlar kovuldukları,
sınırdışı edildikleri
ülkelerine, adalarına uzun yıllardan sonra ilk kez geliyorlardı. Büyükadalı komşularıyla kucaklaşmaları çok hazin olmuştu.
O
buluşma sırasında da anlamıştık ki,
İstanbullu Rumlar asıl olarak 16
Mart 1964 tarihli “
sürgün” kararıyla gitmişlerdi bin yıllık ülkelerinden.
1964’te
Atatürk ve Venizelos arasında 1930 yılında imzalanan
anlaşma bir hükümet genelgesiyle, Türk hükümetince tek taraflı olarak iptal edilmişti. 34 yıl yürürlükte kalan anlaşma, her iki ülkenin yurttaşlarına her hangi bir ön şart öne sürmeksizin iki ülke içinde ticaret yapma, oturma, mal, mülk edinme hakkı tanıyordu.
Kıbrıs’ta Türk ve Rum kesimleri arasındaki gerginliğin arttığı o yıllarda,
Yunanistan’ı dize getirmek ve Kıbrıs meselesinde ön almak için, İsmet
İnönü’nün başkanlığındaki hükümet, burada doğmuş büyümüş ancak Yunan uyruğunu koruyan İstanbul’lu Rumları bir
şantaj aracı olarak kullanmıştı.
***
İsmet İnönü hükümeti,
Yunanistan hükümetine buradaki Rumları sürgün etmeden önce 6 aylık bir süre tanıdı. Kıbrıs’taki gelişmeler ve
Türkiye içinde yükselen şovenist dalga, bu sürenin uygulanmasına imkân tanımadan İnönü sürgünü başlattı. Gün be gün, adım adım, Türkiye’de doğup büyümüş, burada ticaret yapan, esnaflık yapan, emekçilik yapan Yunanistan vatandaşı Rumlar sınırdışı edildiler
Tabii dram yalnızca Yunanistan yurttaşı Rumların tasfiyesiyle sınırlı değildi. Türkiye
Cumhuriyet yurttaşı Rumlarla, aynı din ve etnik kökten gelen Yunanistan tebaalı Rumların onlarca yıldır İstanbul’da birlikte oluşturdukları
aileler bu sürgünü çok acı şekilde yaşadı. Çünkü eşi Yunan tebaalı, kendisi Türk tebaalı ailelerin bir bölümü sürgüne gönderilecek, tabii bunların eşleri ve çocukları da aynı sürgünün bir parçası olacaklardı.
Bu nedenle sürgün o tarihte 12 bin 500 civarında olan Yunan tebaalı Rumla sınırlı kalmadı. Türk tebaalı binlerce Rum da kocasının, karısının sınırdışı edilmesiyle bu sürgünün içine katıldı. Katılmak istemeyenler bir aile faciasının parçası haline geldiler. Mallarına mülklerine el konuldu.
***
Başbakan Tayyip Erdoğan, Türkiye’de çalışan kaçak
Ermeni işçilerle ilgili BBC’ye verdiği demeci düzeltmek niyetiyle geçenlerde Almanların
Der Spiegel dergisine yeni bir açıklamada bulundu ve şunları söyledi: “Bugüne kadar sınır dışı etmeyi hiç gündeme getirmedik, ancak
diaspora baskı yapmaya devam ederse kendimizi bunu yapmak zorunluluğunda görebiliriz.” Bütün düzeltme çabalarına rağmen asıl anlayışın egemenliğini sürdürdüğü bu açıklamayla bir kez daha ortaya çıktı.
Başbakan’ın yaptığı yanlışta ısrar etmesi, insana ister istemez 1964 yılındaki Rumların İstanbul’dan sürülüşünü hatırlatıyor.
Başbakan’ın
Ermenistan yurttaşı kaçak işçileri bir
rehine olarak görmesinin arka planındaki felsefenin yakın tarihte ne büyük dramlara yol açtığını kavrayabilmek için, yakın tarih üzerine biraz düşünmekte, özellikle de bazı olayları hatırlamakta yarar var. Benzer faciaların tekrar yaşanmaması ise en büyük temennimiz.
Hülya Demir ve Rıdvan Akar, 1964 sürgünün 30. yılında hazırladıkları bir kitapta(İstanbul’un Son Sürgünleri), yaşananları ayrıntılı olarak anlatmışlardı. 16 Mart 1964 tarihi İstanbul açısından dönüm noktasıydı. İstanbul Rumlarının İstanbul’dan büyük ölçüde silinmelerine yol açan bu tarih yeterince bilinmiyor. Araştırmacılar, tarihçiler de çoğu zaman bu tarihi görmezden gelmeyi
tercih ediyorlar.
Böyle şeylerin acısı yıllar içinde daha iyi anlaşılıyor.