Paketin içinde yolculuğun sonu...


Ak Parti’nin hazırlayıp tartışmaya açtığı paketi konuşmaya devam ediyoruz. Dün on sekizinci maddeye kadar gelmiş, durmuştum. Bugün kaldığım yerden devam ediyorum. On dokuzuncu madde, aslında kapatılması (ve adli Yargıtay’la birleşmesi) gereken Askeri Yargıtay’la ilgili. Bu zaten olmaması gereken yüksek mahkemede görevli yargıçların hâkimlik teminatı biraz daha kuvvetlendiriliyor, onların tartışmalı askeri pozisyonları bir ölçüde emir-komutadan bağımsızlaştırılıyor. Yirminci madde, halen en çok tartışılan madde. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını baştan sona değiştiriyor. Bu maddeyle ilgili onlarca eleştiri var, eleştirilerin düğümlendiği noktalar var. Ben bu eleştirilerden bazılarına katılıyorum. Mesela, kurula üye olmak için yapılacak seçimlerde sadece tek bir oy kullanılacak olması son derece sakıncalı; elbette aday sayısı kadar oy kullanılmalı. Sonra yine, kurul içinde yüksek yargının temsilinin görece azalması bana doğru gelmiyor. (Ama öte yandan Yargıtay ve Danıştay üyeliği için de ek kriterler getirilmesinden yanayım, böyle bir düzenleme pakette yok.) Ancak esas, önceki gün bu paketle ilgili çıkan ilk içerik incelemesi yazımda yaptığım son derece vahim bir hatayı düzeltmeliyim. O yazıda, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun söz verildiği gibi HSYK’ya bağlanmadığını, üstelik müfettişlerin kendilerinden yüksek rütbeli hâkim ve savcıları soruşturmasının da önünün açıldığını ileri sürdüm. Bir okuma hatasından kaynaklansa gerek, bu söylediklerim doğru değildi, düzeltir, özür dilerim. Gerçekten de, taslağın yirminci maddesinde teftiş kurulunun HSYK’ya bağlandığı ve soruşturma yapacak müfettişlerin soruşturacakları kişiden daha yüksek rütbeli olacakları açıkça yazılmış. Yazılmış ama teftiş kurulunun tek başına HSYK’ya bağlanması bütün sorunları çözmüyor. Taslakta yazıldığı kadarıyla, bir hâkim veya savcı hakkında teftiş yapılması kararı ancak kurul başkanı olan Adalet Bakanı’nın oluru ile yapılabilecek. Tek başına bu bile, teftiş konusunun hâlâ siyasi bir konu olarak kalacağının göstergesi. Bu maddenin çok tartışmalı bir başka yönü de, evet Adalet Bakanı ile müsteşarının HSYK’daki üyeliklerinin sürmesi ve üstelik bakanın otomatik olarak ‘Kurul Başkanı’ olması, başkan olduğu yetmezmiş gibi başkanvekilini de kendisinin ataması, bir seçime izin verilmemesi. Bu durumda, kurul çalışmalarının tamamı siyasi iktidarın iki dudağının arasında kalmaya, şimdilerde yaşandığı gibi kurulun rutin çalışmalarının bile kilitlenmeye mahkûm kalması anlamına geliyor. Kurul, bakan olmadan da çalışabilmeli, bakan kurul üyesi sıfatıyla sadece eşitler arasında bir kişi olmalı, başkanlığı da sembolik olmalı. Yoksa biz yargı bağımsızlığını sonsuza kadar tartışmaya devam ederiz. Taslağın yirmi birinci maddesi, çok geç kalmış bir sembolik adım. Mevcut Anayasa’nın geçici 15. maddesi nihayet kalkıyor, 12 Eylül darbesini yapanlara sembolik anlamda yargı yolu açılıyor, daha doğrusu dokunulmazlıkları kalkıyor. Ama aradan bunca zaman geçmişken, olası sanıklar yaşları itibarıyla cezai ehliyetlerini kaybetmiş, suçlar ise zamanaşımına uğramışken yapılabiliyor ancak bu, o da yapılabilirse. Bu madde bizim en büyük demokrasi ayıbımız, kalksın elbette. Yirmiikinci madde, üç ayrı geçici madde ekliyor Anayasa’ya. İlk iki geçici madde Anayasa Mahkemesi’ni ilgilendiriyor, birincisi parti kapatma davalarıyla ilgili, ikincisi ise mahkemenin yeni oluşumuna ilişkin geçiş sürecini düzenliyor. Üçüncü geçici madde ise yine HSYK ile ilgili. Burada da geçiş süreci düzenleniyor ama bana göre birtakım sakıncalarla birlikte. En büyük sakınca, HSYK Genel Sekreterliği konusunda. Yeni kurulacak olan genel sekreterlik için bir yasa çıkması lazım ister istemez. Ve bu yasa çıkana kadar genel sekreterlik hizmetini Adalet Bakanlığı verecek geçici maddeye göre. Ya bu yasa hiç çıkmazsa? Sonsuza kadar bakanlık mı verecek sekreterya hizmetini? Bu da, kurulun bağımsızlığına gölge düşürmeyecek mi? (Öteki gölgelere ilave olarak.) *** Evet pakete ilişkin madde madde gözlemlerimi burada tamamladım. Yarın, daha genel konuları, bu Anayasa paketinin neden beklentileri karşılamayan bir paket olduğunu, “Ama yine de demokratikleşme adımıdır” mantığının bana neden uymadığını, neden azla yetinmek zorunda olmadığımızı anlatmaya çalışacağım.
<< Önceki Haber Paketin içinde yolculuğun sonu... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER