Sahalardan bir süredir uzaktım. Kafa dinlemek için değil, kitabımı bitirmek için.
Kitap nihayet bitti galiba...
Bu arada kendimi birkaç hafta gazetelerden, televizyonlardan, hatta cep telefonlarından,
futbol hariç neredeyse her şeyden tecrit ederek yaşadım.
İyi de oldu.
Geçen Pazar günü birikmiş gazetelerin sayfaları arasında çaresiz dolaşmaya koyuldum.
Ve özellikle Karin Karakaşlı’nın
Radikal İki’deki ‘Toprağın hikayesi’ başlıklı yazısını okuyunca, gecikmiş de olsa,
Tayyip Erdoğan’ı eleştiren bir yazı da benim yazmam gerektiğini anladım.
Akşam vakti, çok sevdiği bir kuruyemişçiye uğramasıyla başlıyor Karin Karakaşlı’nın yazısı:
“Önce kimse fark etmedi beni, tezgahın arkasında duran iki kişi de ekrandan
renk ve ses olarak patlayan
akşam haberlerinin hipnozundaydı. ‘
İsveç parlamentosunda bir oy farkla kabul edilen
Ermeni tasarısı’ diye başlayan spikerin cümlesini, kuruyemişçi ekrana doğru elini kaldırarak tamamladı:
‘Hay
Allah belasını versin senin gibi Ermeni’nin...’
O an unuttum her şeyi; alacaklarımın hepsi aklımdan silindi. Kuruyemişçi, ‘Buyur abla ne istemiştin?’ diye bana döndüğünde, boş boş bakıp ‘Unuttum ya’ dedim.”
Karin Karakaşlı’nın yazısından bazı cümleler:
“İçimdeki sızı kaç oy eder bilmem ki...”
“Ermeni sözcüğünün en galiz küfre dönüşebildiği, dizginlenemez zamanlardır bunlar.”
“Neredeler bu insanlar? Dört bin yıldır Anadolu’daymışlar öyle mi, ama biz onları Ermenistan’dan gelme biliyorduk...”
Yazı şöyle bitiyor:
“Gülümsüyorum kuruyemişçiye çayı alırken. ‘Senin ablan Allah’ın belası bir Ermeni ama’ diyorum. ‘Estağfurullah abla o nasıl söz’ diyor yüzü kıpkırmızı. Ona toprağın hikayesini anlatıyorum.”
Ermeni sözcüğünün galiz bir küfre dönüştürüldüğü bir ortamda Ermeni olarak yaşayabilmek...
Sayın
Başbakan, hiç düşündünüz mü bunu? Sizin de bu ortama ne büyük bir katkı yaptığınızın farkında mısınız?
100 bin Ermeni’yi Ermenistan’a göndermek!
Erdoğan’ın bunu söyleyebilmesi vahimdir, yanlıştır. 1915’le ilgili sözleri de vahimdir, yanlıştır. Bunlardan dolayı kendisini eleştiren yazarlara gösterdiği tepki de vahimdir, yanlıştır.
Ayrıntıya girmek istemiyorum.
Başbakan Erdoğan’ın öncelikle öğrenmesi gereken bir nokta var:
Acılar mukayese edilmez!
Tarihte yaşanmış acıları mukayese etmek hatadır. Her halkın kendi geçmişinde, kendi tarihinde acılı sayfaları vardır.
Buna kimi sadece acı der, kimi trajedi der, kimi büyük felaketlerden, anababa günlerinden söz eder, kimi kırım, kimi soykırım der.
Herkes kendince kendi acısını
tarif edebilir.
Tarihte yaşanmış acıları önce öğrenmek, sonra da o acılara saygı duymak ve acıları karşılıklı olarak paylaşmaktır doğru olan.
Ama demin de belirttiğim gibi acıları mukayese etmekten kaçınmaktır en önemlisi. Çünkü acıları karşılaştırmaya başladığınız
vakit kalplerin kapıları kapanabilir.
Erdoğan’ın hatası burada...
Ermenilerin bir zamanlar Anadolu’da yaşadıkları acıları biraz hissetmeye çalışsa, o acılara biraz yüreğinin kapısını açmaya çalışsa, 1915’de neler yaşandı sorusuna biraz farklı pencerelerden bakmaya çalışsa, o zaman acıları karşılaştırmak gibi bir yanlışa düşmez, tarihten gelen o acıları paylaşmanın ne kadar önemli olduğunu anlayabilirdi Tayyip Erdoğan.
Acıları karşılaştırmak değil, acıları yüreğinde hissederek paylaşmak...
Bunu yapmadan sınırları açsan ne olacak, açmasan ne olacak?.. Bunu yapmadan seçimlerde bir kaç puan oy daha fazla alsan ne olacak?..
İnsanların birbirlerini anlaması ve yüreklerindeki kilitleri açmasıdır önemli olan...
İnsaniyet bunu gerektirir.
Ya da Bejan Matur’un deyişiyle:
Hak anlayışı bunu gerektirir.
Yoksa protokoller parlamentolardan geçse, sınır kapıları açılsa ne olacak ki, yüreklerin ve vicdanların kapıları açılmadıktan sonra...
Tarihin sayfalarından düşmanlık, husumet, nefret üretmek zor değil. Bizim memleketimizde bu her Allah’ın günü yapılıyor,‘vatan hain’leri her taşın altında...
Bunların aşılması gerekir.
Tarihle yüzleşmek bunun içindir. Milliyetçiliklerin aşılması, ırkçı eğilimlerin etkisiz kılınması bunun içindir.
Tarihteki acıların, geçmişteki felaketlerin esiri olmaktan ne kadar kurtulabilirsek, o kadar olgunlaşır, gerçek iç huzur ve barışı o kadar çabuk yakalarız.
Çok büyük bir hata yaptınız Sayın Başbakan.
Ama hâlâ vakit var, düzeltebilirsiniz.
Bir dahaki seçimde alacağınız oydan çok, biraz da bu meseleleri düşünseniz, yüreğinizde hissetmeye çalışsanız, ne iyi olurdu.
Cengiz Çandar’ın deyişiyle, gelecek kinle nefret üstüne kurulamaz çünkü...