Reklamcılar Derneği Başkanı sıfatıyla konuşan
Yiğit Şardan, yanlış bir bilgiyi ısrarla tekrar ediyor. Güya
tirajlar denetlenemiyormuş; bunun sebebi de Zaman Gazetesi'nin
Rekabet Kurulu'na şikâyetiymiş. Kısacık cümleler içine bu kadar bilgi hatasını sığdırabilmek için özel bir gayret lazım olsa gerek. Çünkü Yiğit Bey'in bahsettiği konu son derece açık ve somut! Dilerseniz meselenin özünü bir kere daha anlatayım.
1- ABC adı verilen yapıda tiraj denetim yönetimi oluşturulurken Zaman'ı ve pek çok medya grubunu dışlayan bir plan yapılmıştı. Buna itirazlar yükselince işin içine Rekabet Kurulu girdi ve yapının çoğulcu ve katılımcı olması gerektiğini söyledi. Böylece ilk oyun bozulmuş oldu. Zaman, bir denetim dayatması ile karşı karşıya gelmedi; tam aksine 'Biz de denetlenmek istiyoruz' diyerek kurulacak denetim kuruluşunun yönetimine katıldı. Korkacak bir şeyi olan niçin 'Gelin beni de denetleyin' desin ki!
2- ABC isimli tiraj denetim yapısında yer alan bazı kişiler (özellikle de Yiğit Şardan ve şürekası) abone
sistemini devre dışı bırakacak kriterler uydurmaya başladı. Dünya denetim kriterlerini görmezden gelerek
Türkiye'ye mahsus maddeler
icat etmeye yeltendiler. ABC yönetimindeki diğer üyeler de bundan rahatsız oldu. Buna razı olmayacağımızı, hukuk içinde haklarımızı arayacağımızı kendilerine söylememize rağmen bir grubun çıkarlarına
hizmet edecek teşebbüslerine devam ettiler. Rekabet Kurulu'na başvurmaktan başka çare kalmamıştı...
3- Rekabet Kurulu derinlemesine bir araştırma yaparak meseleye son noktayı koydu. ABC'ye 9 maddelik ev ödevi verdi. Bu ödevin manası 'Bunları yapmazsanız haksız
rekabete yol açarsınız ve buna müsaade etmem' demekti. Tembellikten midir bilemem; ancak haksız rekabete yol açacak yapıyı oluşturan bazıları, kendine çekidüzen vereceğine
mahkemeye başvuruda bulundu ve Rekabet Kurulu'nun yükümlülüklerini yerine getirmeyerek
gazetelerin tirajlarını denetlenemez hâle getirdi...
4- Yüksek Mahkeme, Türkiye'nin en köklü ve en
yetkin üniversitelerinden birini devreye sokarak konuyla ilgili
rapor istedi. Bu rapor çok önemliydi; çünkü değişik medya gruplarının fikirleri ortadan kalkmış, iş bilimsel bir çalışmaya
havale edilmişti.
Üniversite, 30 Ocak 2009 tarihinde yargıya bir rapor sundu. Şayet sağda solda Zaman'ı suçlayanlar gerçekten
yiğit olsalardı bu raporu okuyunca yüzlerinin kızarması gerekirdi. ABC tiraj denetim yapısını diledikleri gibi yönlendireceğini sananlar burada da hüsrana uğradı.
Bilirkişi raporu da haksız rekabetin cengâverlerini kevgire çevirdi...
5- Hiçbir yerden umduğunu bulamayan ancak rekabete dayalı bir düzeni kurmaya da yanaşmayan ABC içindeki bir grup, Rekabet Kurulu'nun kendilerine tanıdığı süre dolacakken paniğe kapıldı ve faaliyetlerini askıya aldığını açıkladı. Yani, herhangi bir kurum ABC'nin faaliyetlerini durdurmadı; Yiğit Bey ve ekibi kendi kendilerini lağvetti. Ne kadar zor bir ev ödeviymiş bu!
6- Bütün bunlar yaşanırken gazeteniz Zaman, yeni bir arayışa girdi. 'Dünyada gazete tirajını en iyi ve en geniş manada kim denetliyor?' sorusuna karşılık arayan gazetemiz, bu konuda dünyanın en iyilerinden olan BPA
World Wide ile çalışmaya başladı. 2006'nın son çeyreğinden bu yana Zaman'ın tirajı uluslararası denetimden geçiyor. Buna rağmen hâlâ bazı kişiler dedikodu üreterek, yalan yanlış bilgilerle insanların kafasını karıştırmaya çalışıyor. Neyse ki
Habertürk ve
Hürriyet de uluslararası denetime açılacağını yakın zamanda beyan etti. Zaten doğru olan da bu. İsteyen istediği şirkete (bu şirketlerin uluslararası düzeyde güvenilir ve tecrübeli olması şartıyla) kendini denetletebilmeli ve bunu kamuoyuna sunabilmeli...
7- Üzülerek belirtmem lazım ki, Rekabet Kurulu'nun objektif kararını hiç okumadan yazı yazanlar oldu. Biz hep şöyle dedik ve diyeceğiz: İlle de bir gazetenin tirajından şüphe edilecekse ölçü şudur: Bir medya grubu gazeteyi hem basıyor, hem dağıtıyor, hem tiraj raporu açıklıyorsa bundan şüphe edilebilir. Rekabet Kurulu'nun ve üniversitenin bilimsel raporları orada dururken yalana sarılmak yiğitçe bir davranış biçimi olmasa gerek.
Geçenlerde Habertürk yazarı
Yavuz Semerci, kitabın ortasından konuşarak açık yüreklilik ve cesaretle yaklaştı tiraj
tartışmalarına. 'Bu iş Yiğit Şardan'a bırakılamayacak kadar önemlidir' diyen Semerci, Rekabet Kurulu'nun raporunu okumuş ve açıkça "Zaman'a haksızlık yapıldığını" söyledi. Keşke bu konuda daha önce yazı yazanlar da zahmet buyurup o raporu okusaydı. Hiç olmazsa
Gazi Üniversitesi tarafından yazılan bir diğer rapora baksalardı.
Şimdi Rekabet Kurulu,
TİAK ve BİAK adlı kuruluşların rekabet esasına uygun yeniden yapılandırılmasını istiyor. Şardan yine sahnede. Kafa karıştıracak beyanlarda bulunuyor. Belli bir grubun çıkarını temin etmek için sağlı sollu çalışmalar yapılıyor. Kulislere yansıdığına göre öyle bir sistem arayışı var ki yine bir taraf abâd edilirken diğer medya grupları
mağdur edilecek. Yine haksız rekabete yol açacak düzenlemeler peşinde olanlar bulunabilir. Ancak Türkiye eski Türkiye olmadığı gibi, medya da eski medya değil. Tarihinde hiç olmadığı kadar çok sesli bir medya ile karşı karşıyayız. Değişik kimliklerle değişik dernekler kurup sonra da sektörü dilediği gibi oradan buraya, buradan oraya savuranlar bunun farkına bir an önce varmalı. Yoksa bu adaletsiz yapıya ne kamu vicdanı müsaade eder ne de sektörün iç dinamizmi. Bu, sadece malî bir konu değil; aynı zamanda medyanın çoğulcu ve demokratik yapısının sağlam temeller üzerine oturtulmasıdır. Değerli meslektaşım
Fatih Altaylı, Hürriyet ve Zaman'ı ortak denetime davet ediyor ve "var mısınız?" diye soruyor. Tabii ki varız. Ancak şaibeli bazı kişilerin keyfî kriter uydurmasının önüne geçilmek şartıyla... Hiç kimse 'Bize kıyak geçilsin' demiyor. Tam aksine, 'Özel kıyaklara dayalı kapalı medya dönemi bitsin' deniyor. Bunu istemeyen kime hizmet ediyor dersiniz?
Reklamcı, yayın yönetmenini tehdit edebilir mi?
Anlatacaklarıma inanamayacaksınız. Ben de ilk duyduğumda kulaklarıma inanamamıştım. Ne var ki konuyu araştırınca ortada vahim bir durum olduğunu müşahede ettim. Bunu sizlerle paylaşacağım. Çünkü hem okurun, hem basının hem de reklam verenlerin nasıl bir
dolap döndüğünü görmesinde fayda var. Özellikle reklam verenlerin reklam ajanslarına 'Bu bütçeyi al, en etkili mecralarda reklamımı kullan' diye emaneten verdiği paraların bazen nasıl çarçur edildiğinin artık konuşulması gerekiyor. Bu, sadece reklam verenlerin meselesi de değil üstelik.
Medyanın bağımsız kalması için kurulacak baskının da bertaraf edilmesi şart.
Olay şu: Bir medya ajansının önemli bir yetkilisi bir gazetenin genel yayın yönetmenine pervasızca ve saygısızca bir
mesaj gönderiyor ve diyor ki: 'O yayınlara devam ettiği sürece ona reklam yok. Tirajı ne olursa olsun X gazetesi kadar bile reklam göndermeyeceğim ona.' O yayınlar dediği,
Ergenekon terör örgütü ile ilgili ortaya çıkan gerçekler; o gazete dediği de, onlarca yıldır kendini yenileyemeyen, fevkalade tutucu olduğu için kitleler arasındaki köprüleri yıkmakla maruf bir gazetemiz.
Bu bir tehdittir. Şantajdır. Ahlâksız bir tekliftir. Bahsi geçen gazete şayet benim yönettiğim bu gazete olsaydı, ne pahasına olursa olsun bu cüretkâr tavrı en ince ayrıntısına kadar anlatır, gönderilen mesajı kamuoyu huzurunda tartışmaya açardım. Ancak bu duruş, şahsî bir mesele gibi
algılanabilir, bir gazete ile bir reklamcı arasında yaşanan bir husumet sanılabilirdi. Büyük bir ihtimalle suskun kalan
yönetici arkadaş da bu algı hatasına yol açmamak için sabretti. Yani, meslektaşımın sabrı efendiliğinden kaynaklanıyor; endişeden değil. Ancak durum endişe verici. Adı Ergenekon davasında geçen bir reklam ajansı üst düzey yetkilisi, Ergenekon haberi yer alıyor diye bir gazetenin hak ettiği reklamı kesebilir mi? Reklam veren şirket sahipleri reklam ajanslarına böyle bir yetki veriyor mu? Neyse ki bu tarz haksızlığı reklam dünyasının büyük çoğunluğu da tasvip etmiyor.
Bir dönem korkunç bir tartışmaya şahit olmuştu medyamız. Bir medya grubu, reklamcıları tehdit etmiş, şayet reklam verilmezse aleyhlerinde yayın yapacaklarını bildirmiş, bunun üzerine ilginç bir tartışma başlamıştı. Bir medya grubunun bir sponsorluk olayındaki menfi yayınları ise o medya grubuna o firmanın reklam vermemesi ile açıklanmıştı. Doğru muydu, değil miydi bilemem; ancak tartışma yerindeydi ve mutlaka bu söylentiyle yüz yüze gelinmeliydi. Hiçbir medya yöneticisi, elindeki yayın imkânını kendisine reklam vermeyenler için kullanamaz. Bu utanç verici bir durumdur. Aynen öyle, hiçbir reklamcı da gazetelerin yayın politikasını bahane ederek militanlık yapamaz. Bu tür tehditlerin takipçisi olmak ve hesabını sormak, geleceğin özgür medyası için hayatî önem taşıyor. Reklamın hakperest dağıtılması için herkese görev düşüyor; medyaya, reklamcılara, reklamverenlere...