Benim memleketim...


Aslında bu AKP hepimizi mahvetti. Çok savruk oynayan, olmayacak topları kaybedip beklenmedik anlarda gol atan bir santrafor gibi dolaşıyor sahanın içinde, biz de kendini maça kaptırmış seyirciler gibi “aslanım” diye ayağa kalkıp “yuh be bu da kaçar mı” derken aynı anda “işte bu, koçum” diye bağırıyoruz. On beş saniyenin içine beğeni, öfke, yuhalama, alkış sığıyor. Bugün bizim birinci sayfaya bakın. Memleketin röntgenini görün. Yirmi dört çocuğu “Tekel işçilerini” destekleyen gösteri yaptıkları için “okuldan atan” bir eğitim anlayışı hâlâ sürüyor. Çocukların bir “fikri”, bir “tercihi” olması, bu fikirlerine sahip çıkacak cesareti göstermeleri önemlidir, onları “düşünen, yargılayan” bireyler yapacak olan bu “cesaretleri” ve güvenleridir. Destekledikleri fikirden daha önemli olan onların bir fikri destekleyecek cesarete sahip olmalarıdır, bu cezalandırılacak değil alkışlanacak, desteklenecek bir davranıştır. Bırakın çocuklar düşünsünler. Kararlarını kendileri versinler, müdürlerinin, yöneticilerinin, bakanlarının, başbakanlarının fikrini desteklemek zorunda değiller. Onları, “büyüklerinin” görüşlerini desteklemedikleri, “itaatkâr” bir kul olmadıkları için okuldan atamazsınız; eğer disiplini bozdularsa, buna uygun, onların düşünme ve düşündüğüne göre davranma cesaretini zedelemeyecek bir ceza verirsiniz. Oturur beş yüz defa “bir daha okul saatlerinde gösteri yapmayacağım” diye yazarlar, olur biter. O çocukları okuldan atan böyle vahşi bir “eğitim” anlayışını görünce “yuh” diye bağıran bir seyirci gibi ayağa kalkıyorsunuz. O sırada Güneydoğu’dan yüz bin kişinin katıldığı büyük Newroz kutlamasının resimleri geliyor, ateşten atlayan delikanlılar, genç kızlar, meydanlara sığmayan göstericiler, bir inşaatın ikinci katına asılmış “barış pankartının” yanı sıra hemen üst kata asılmış bir “direniş” pankartının getirdiği fikir çeşitliliği, “açılıma destek” konuşmaları, özgür bir hava. Aynı anlarda, CNNTürk televizyonunda İçişleri Bakanı Atalay’ın “açılımın çok iyi yürüdüğünü, çok çeşitli görüşmelerin sürdüğünü” belirten konuşması. Umutlanıyorsunuz. Derken, Amelia’nın sözleri düşüyor önünüze. O bir “kaçak” Ermeni göçmeni. Sabahtan akşama kadar bulaşık yıkıyor, arada Ermeni mezeleri de yapıyor ve ayda sadece 400 lira kazanıyor, o parayla çocuğunu okutmak istiyor. İnsanın içini acıtan bir çaresizlikle “bizim kimseye bir zararımız yok ki” diyor. Ve, bizim başbakan olanca hoyratlığıyla binlerce Ermeni işçinin hayatını altüst edecek açıklamalar yapıyor, “Türken Raus” diye bağıran Almanlar gibi “hepsini sınır dışı ederiz” diye bağırıyor. “Ayıptır, hiç mi insafın yok, hiç mi acımazsın bu insanlara, bir tehcir de sen mi yapacaksın be adam” diye bir çığlıkla ayağa kalkarken... Hadi bakalım, al sana “son dakika” haberi: “Anayasa reformu hazırlandı.” 12 Eylül’ün “insan düşmanı” anayasasını değiştirecek, hukuk sistemini çağdaşlaştıracak, generalleri adalet düzeninin disiplinine sokacak yeni maddeler geliyor. “Ucundan azcık” da olsa anayasa değiştiriliyor. Çağdaşlığa bir adım daha atılıyor. “Bravo” diye alkışlıyorsunuz. Böylece, on beş saniye içinde aynı futbolcuyu hem yuhalayan, hem destekleyen bir futbol seyircisine dönüyorsunuz. Çünkü bu iktidar hem yuhalanacak, hem alkışlanacak işleri aynı anda yapabiliyor. Kafası ve kimliği pek net değil, bir yanıyla çağdaş ve ilerici, bir yanıyla tutucu ve hoyrat. Müslüman kimliğine bolca milliyetçilik katmış, özgürlük aranışına “itaat isteği” bulaştırmış, Ergenekon’a karşı çıkarken İttihatçı katilleri sahiplenmiş tuhaf bir iktidar bu. Türkiye gibi çok karmaşık bir ülkenin değişim günlerini yönetmeye çalışırken kendisi de çalkalanan bir yönetim anlayışı. Sorunumuz sadece bu iktidar değil tabii, bence büyük sorunlarımızdan biri de bu kafası karışık iktidarı “hakkıyla” eleştirecek bir muhalefetin eksikliği, onu hakkettiğinde alkışlayacak, hakkettiğinde destekleyecek “adaletli” bir aydın kitlesinin olmaması. Güneydoğu’da bir özgürlük rüzgârının esmesini, Atalay’ın umut veren sözlerini, Anayasa reformunu alkışlayacağız, çocukların okuldan atılmasını, Ermeni göçmenlerin tehdit edilmesini de yuhalayacağız. Bu bizi biraz “deli” bir izleyici durumuna düşürse de aldırmayacağız. Bu kadar “savruk” bir santraforla maçı “aklı başında” izlemek mümkün değil çünkü.
<< Önceki Haber Benim memleketim... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER