Brookings,
Amerika’nın başkenti
Washington’un önemli düşünce kuruluşlarından biri. Demokratlar,
Barack Obama ile yeniden yönetime dönünce, Brookings’in yöneticileri de Obama yönetiminde önemli görevlere geldiler. Onlardan biri de Philip
Gordon.
Türkiye’yi iyi tanıyan, pek çok Türkle arkadaşlık seviyesinde ilişkileri bulunan Gordon, bugün
Amerikan Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton’ın Avrasya’dan sorumlu yardımcısı.
İşte o Phil Gordon dün altıncısı yapılan yıllık Sakıp
Sabancı Dersi’nin konuşmacısıydı ve bir diplomatın yanı sıra bir akademisyen gibi konuştu, pek çok önemli konuyu gizlemeye
gerek duymaksızın açık açık söyledi.
***
Tam da Türk-Amerikan ilişkilerinin bir kez daha sıkıntılı zamanlardan geçtiği, Türkiye’den ‘
sivil’
toplum örgütlerinin bile hükümetle ya ters düşmekten korktukları ya da hükümeti bu konuda destekledikleri için Washington gezilerini iptal ederek bir boykot uyguladığı döneme denk geldi bu yıl
Sakıp Sabancı Dersi.
Phil Gordon,
ders öncesi sabah biz gazetecilerle buluştu, kısa sayılabilecek bir basın toplantısında sorularımızı yanıtladı. Ardından CNN Türk’e kısa bir
mülakat verdi ve sonra da derse geçildi.
Bu ders sebebiyle iki gündür Washington’dayım, gerek düşünce kuruluşlarının Türkiye ile ilgili kişileri, gerek akademya ve gerekse Amerikan yönetiminden insanlarla kısa kısa da olsa görüşme, ayaküstü sohbetler yapma şansı edindim. Dünkü dersle de birleştirdiğimde, ABD’nin başkentinde Türkiye’ye ve daha çok da Ak Parti hükümetine bakışta temel bazı değişiklikler olduğu izlenimini aldım.
Bu, öyle kökten bir değişim değil ama eleştirel tonların daha sık kullanıldığı ve son birkaç yıldır pek görmediğimiz tarzda doğrudan sert soruların sorulduğu bir yeni hava.
***
Değişimin ilk işareti, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın geçen hafta yayımladığı İnsan Hakları Raporu’nda verildi sanki. Demokrat yönetimler döneminde bu raporların önemi ve ağırlığı artar, Türkiye Clinton yıllarında da bu raporlarda çok eleştirilmişti, araya sekiz yıllık Cumhuriyetçi
Bush dönemi girdi,
insan hakları eleştirileri azaldı ama şimdi yeniden başladı. Hem de Türkiye’nin kendi kendini ‘İnsan hakları alanındaki sorunlarımızı hallediyoruz’ diye inandırmaya başladığı bir zamanda.
Bu yıl raporda, klasik insan hakları ihlallerinin yanına
basın özgürlüğünde yaşanan gerilemenin özel bir yer tutması dikkatlerden kaçmıyor. Dün Phil Gordon’un dersinde de basın özgürlüğünün vurgulanması ilgi çekiciydi. Ders sonunda sorulara
cevap verirken Gordon, bir ülkenin özgür olup olmadığını öğrenmenin yolunun o ülkenin özgür basına sahip olup olmaması olduğunu söyleyerek düşüncelerini daha da açtı.
***
Türkiye ile Amerika arasında şu sırada en önemli sorun, önümüzdeki dönemde
Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nde yapılması planlanan İran’a
yaptırım oylaması. Amerika, Türkiye’yi bu konuda yanında görmek istiyor. Ama Türkiye şu ana kadar İran’a yeni
yaptırımlar uygulanacak olmasından yana olmadığını söyleyegeldi.
ABD bu konuda küresel bir
lobi çalışmasında. Dün Phil Gordon, Brookings’den çıkıp koşa koşa Hilary Clinton’ın uçağına yetişti, istikameti Moskova’ydı ve burada Rusya’yı İran’a karşı yaptırımlara iknaya çalışacaklardı.
Ermeni tasarısı etrafında kopan
fırtına burada Washington’da dinmiş gibi gözüküyor, elbette kimse
Amerikan Kongresi adına konuşamaz ama herkesin söylediği tasarının
Temsilciler Meclisi Genel
Kurul gündemine hiç gelmeyeceği yönünde.
Türkiye ise geri çektiği büyükelçisini geri göndermek için tasarının yeniden gündeme gelmeyeceğine dair garanti verilmesini istiyor. Ama böyle bir garanti de verilemez elbette, parlamentonun iradesine bu anlamda bir kısıt getirilemez.
Ankara’nın büyükelçiyi geri gönder-mek için çıtasını hayali bir yüksekliğe koyduğuna kuşku yok ve büyükelçinin burada olmamasının kime bir faydası dokunduğu da belirsiz.
***
Washington’dan Ak Parti hükümetine yönelik eleştirel tonun önümüzdeki günlerde daha da yükselmesine ve basın özgürlüğü ile ilgili endişelerin daha sık ve açık dille dile getirilmesine
tanık olursak şaşırmamalıyız.
Birkaç yıl önce burada azınlıkta kalan gruplar tarafından dile getirilmeye başlanan eleştirilerin giderek yaygınlaştığı ve neredeyse bir görüş haline geldiğini görmek ilginç.
Hükümetin zamanında bu eleştirileri ciddiye almadığı, hatta bir
komplo olarak gördüğü, eleştirilen noktaları düzeltmek yerine tam tersine kötüleştirmeye devam ettiği hatırlanacak olursa, durum çok da şaşırtıcı değil.