Basın Türkiye'de her zaman önde gelen siyasi aktör oldu.
Özellikle 1980'lerle birlikte,
gazetelerin, Cağaloğlu'ndan çıkarak plazalara taşmasının, giderek büyük sermayeyle bütünleşmesinin ilk önemli sonucu, medya-
siyaset ilişkilerinin biçim değiştirmesi oldu.
Siyasetçiyle ilişkileri yönlendiren ana unsur medya gruplarının ticari konum ve çıkarları, basın dışında el attıkları işler haline geldi.
Ve bu dönemde siyasi aktör gibi davranmaya, siyaseti doğrudan şekillendirmeye, hatta dizayn etmeye başladılar.
1991-2002 yılları arasındaki, güçsüz hükümetler ve koalisyonlarla gelen istikrarsızlık dönemi de bunu kolaylaştırdı.
Basın
bakan tayin ettirmeye, başbakan seçtirmeye kadar giden bir yol izledi.
Basın patronlarıyla siyasetçiler arasındaki çıkar yakınlaşması etik kuralları alt üst eden bir görüntü veriyordu.
28
Şubat elbet bu tarzın doruk noktasıdır.
Hürriyet-
Sabah-
Milliyet üçlüsü bu dönemde Türk
demokrasinin gerilemesinde, kalıcı sonuçlarla otoriterleşmesinde önemli sorumluluk taşımışlardır.
Militan demokrasi anlayışı, demokratik kurumların içini boşaltan askeri
vesayet dozunun yükselmesi ve gerek
toplum gerek devletin her kademesine sızması, askercil zihniyetlerin meşruluk kazanması bu sonuçlar arasındadır.
Psikolojik harekâtlar o günden kalma alışkanlıklardır.
Fişlemeler,
sivil toplum örgütlerini paramiliter yapılar haline dönüştürme, gazete ve ekranları sahte ve kurgu skandallara açma da öyle...
Çarpıcı ve bildik diğer bir yan medya gruplarının
siyasi partiler arasında bir siyasi parti gibi davranmaları olmuştu.
Hükümeti devirmeye, DYP'yi bölmeye çalışıyor, ara rejim modelleri üretiyorlardı. Siyasi dizayn girişimleri doruk noktasına ulaşıyordu.
Refah-Yol sonrası ise "tam yoz dönem" açıldı.
Bir yandan keyfi ve kuralsız bir
büyüme ve açık finansman dönemi hızlanıyor, patronlar
banka sahibi oluyordu.
Öte yandan
Mesut Yılmaz-Çakıcı-Korkmaz gibi üçgenlerin ortaya çıkması kirlenmenin boyutlarına işaret ediyordu.
1999 ve 2001
ekonomik krizleri bu döneme ilk neşteri vurdu.
Kimi gazetelere el kondu.
Krizi atlatan kimileri eski alışkanlıklarla eski modeli sürdürmeye çalıştılar.
Her fırsatta askere
destek verdiler, değişimden tedirgin oldular ve değişim karşıtı bir tavır izlediler. 27
Nisan 2007 Muhtırası'nda, kaosa kalkan eller krizinde,
seçim kampanyasında,
kapatma davasında ve
Ergenekon sürecinde siyasi
iktidarın varlığına kasteden bir
politika izlediler.
Çağın rüzgârlarına ters esmeye kalkanlar zemin kaybetti.
Bugün Doğan Grubu'nun geldiği nokta, tam da bu yüzden, siyasi parti gibi davranma politikasının iflasıdır ve siyasi iktidar desteğinde izlenen büyüme strateji politikalarının faturasının bizzat kendisidir.
Bir dönem bir bakan ve bir yayın yönetmeni (altını çizelim gazete patronu bile değil, bir gazeteci) arasında yapılmış şu "ünlü" ve hiç unutulmaması gereken
telefon görüşmesi, iflas etmiş o tutum ve büyüme politikasının resmi gibidir:
"
Ertuğrul Özkök: Ya şimdi
Güneş biz biliyorsun bir tane karton fabrikası kuruyoruz Kocaeli'nde, ondan sonra ee.. size bir
teşvik başvurumuz var.
Güneş
Taner: Tamam.
Özkök: 50 milyon dolara kadar teşvik veriyorsunuz, şey pardon 50 milyon dolar en az olacak. Bizimki 130 milyon dolarlık falan bir teşvik...
Güneş Taner: Eee, veririz.
...
Güneş Taner: Yani bunu alacağın yer
Başbakan. Senin Başbakan'ı yakalayıp, alman lazım. Gelsene Ankara'ya.
Ertuğrul Özkök: Telefonlara bile çıkmıyor artık adam.
Güneş Taner: Kim?
Ertuğrul Özkök: Mesut.
Güneş Taner: İşte böyle zamanda arayı şey yap.
Ertuğrul Özkök: Arayıp ne yapalım ben kardeşim çıkmıyor bile telefonuma yahu...
Güneş Taner: Sen de telefonla uzaktan idare etmeye çalışıyorsun.
Ertuğrul Özkök: Bugün onun ağzından
manşet yaptım, daha ne yapayım..."
Daha ne yapsın Ertuğrul...
O günlerin geride kaldığını bilmek bile önemlidir...
Ergenekon'un yakın akrabası bu
rant politikalarıdır.