Siyaset, ordu, üniversite, yargı,
bürokrasi alanında bugün yaşadığımız ne kadar sıkıntı varsa tamamının kaynağı olan 27
Mayıs darbesinin ve onun hukuk alanında sergilediği maskaralığın üzerinden yarım asır geçti.
Ümid ederdim ki
demokrasi diye yırtınan Ak Parti hükümeti Türkiye’nin yaşadığı büyük siyasi faciayı hatırlasın ve değişim projesinin gerekçesini
27 Mayıs darbesi üzerinden anlatsın... Ama hey’hak!
Kimsenin perakende sorunlardan kafayı kaldırıp geriye baktığı yok; hay- huy arasında bakmaya ne
vakit ne niyet var.
Oysa
Anayasa meselesi mi dediniz, gidin 27 Mayıs’a. Okuyun ‘özgürlükçü’ diye yere-göğe koyamadığımız 1961 anayasasını, Hâkimiyet-i Milliye dediğimiz, cumhuriyete ilham veren ilkenin nasıl gaspedildiğini, bugün ‘
vesayet’ dediğimiz düzenin nasıl inşa edildiğini görün.
Ordu meselesi mi dediniz, bakın 27 Mayıs öncesi ve sonrası neler yaşandığına. Darbenin dönemin siyasi iktidarı yanında orduya, ordunun geleneksel
disiplin ve hiyerarşi anlayışına yapıldığını, 1960’ta bir yıllık eğitimle harbokullarından
mezun edilen
genç subayların zihnine ‘memleket
siyasetçilere emanet edilemez’ düşüncesinin o gün yerleştirildiğini görün. Darbeciliğin ulusal teori olarak sunuluşunu, Milli Demokratik
Devrim
denilerek ordu- üniversite-
gençlik üçgeni üzerinde nasıl oynandığını.
27 Mayıs sabahı siyasetçilerin çöp kamyonlarına doldurularak evlerinden toplandığını,
tekme-tokat
Harp okulu disiplin koğuşuna tıkıldığını, hakaretlere
isyan eden İçişleri Bakanı
Namık Gedik’in tutulduğu odada ölüme itildiğini, kalanların
tükürük yağmuru ve tekme koridorundan geçirilerek İstanbul’a
Yassıada’ya gönderildiğini okuyun. İhaneti, gururu, hınçı, ihtirası, isyanı, teslimiyeti.
Yassıada! Siyasete
bakan yüzüyle zulüm, inzibata bakan yüzüyle sefillik adası!
Emrine Atatürk’ün
Savarona Yatı verilen ada kumandanı Tarık Güryay’ın işkenceden vakit bulduğu saatlerde
boğaz gezilerinde,
yalı ziyaretlerinde yaşanan rezaletler, Güryay’ın sicili vs. daha yazılmadı.
Menderes’in
Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ne götürüyoruz denilerek idama götürülüşü, idamdan önce ne hukuka ne doktorluk ahlakına sığmayacak şekilde ‘genel muayene’ adı altında aşağılanıp Prof. ünvanlı üç uzman hekimin ‘tıbbi açıdan idamına engel yoktur’ raporuyla İmralı’ya gönderilişinin ve teamüllere aykırı şekilde gün ortasında idam edilişinin öyküsü de.
O mahkemenin başkan ve üyelerini
Anayasa Mahkemesi üyesi yaptığımızı unuttuğumuz için şimdi ‘Anayasa Mahkemesi’nin siyasete öfkesi neden’ diye dolanıyoruz. Darbecileri ‘tabii
senatör’ yapıp parlamentoya yerleştiren Anayasa’yı ‘en özgürlükçü’ saydığımıza bakmadan ‘Neden her on senede bir
askeri müdahale’ diye kafa yorageldiğimiz için, yıllar yılı genelkurmay başkanlarını hülleyle
cumhurbaşkanı seçmeyi gelenek haline getirdiğimiz için bugün Stalin’in tavuğu misali cendereden çıkamıyoruz.
Hafızamız kazındı. Ne oldu, neden oldu bilen, merak eden yok. Ne bir müze, ne belgelik, ne
roman, ne film. O yüzden ‘1915’te ne oldu, tarihimizle yüzleşelim’ diyen aydınımızın, sanatçımızın, siyasetçimizin aklına 1960’ın tüm belgelerinin elde tanıklarının hala hayatta olduğu gelmiyor.
Adnan Menderes deyince Ayhan Aydan romantizmine takılışımız bundan. Yani etliye sütlüye dokunmayan, fincancı katırlarını ürkütmeyen pencereden bakıyoruz 27 Mayıs’a. Yakın zamana mesela 28 Şubat’a kadar ordunun komuta kademesini teşkil eden subayların 1960’ta harp okulu talebeleri olarak Yassıada’da görev yapmış olmasının yaşadıklarmız üzerinde hiç mi etkisi olmadı
diye bakmak gelmiyor aklımıza...