Irak Savaşı'nın yol açtığı tahribatın herkesçe görüldüğü bir dönemde
Abdullah Gül,
Dışişleri Bakanı sıfatıyla Moskova'yı ziyaret ediyordu. Dışişleri bakanlarını pek kabul etmeyen Rus Devlet Başkanı Putin, misafirine
jest yapıp onu Kremlin'de ağırladı.
Irak'taki işgalin tüm sıkıntılarını başbakan olarak yaşayan Gül, bu savaştan çıkardığı dersle Putin'e önemli bir
mesaj verdi. Mesajın özü şuydu: Bölgemizdeki sorunları elbirliğiyle çözelim. Bu sorunlar çözümsüz kalırsa,
kontrol edilemeyecek krizlerle karşılaşırız. Ve bu sorunlar,
bölge dışı güçlere davetiye çıkarır.
Muhtemelen bu konuyu açarken Gül'ün zihninde Kafkaslar'ın buzdolabında bekletilen sorunları vardı ve bu sorunların çözümünün
Rusya'nın da çıkarına olduğunu anlatmak istiyordu. Karabağ, böyle bir sorundu.
Abhazya böyle bir sorundu. Osetya böyle bir sorundu. Nitekim Osetya bir süre sonra patladı. Abhazya'da işler karıştı.
Amerika çok uzaklardan krize müdahil oldu. NATO ağır yara aldı. Dünya gerildi.
Türkiye de gerilimin tam ortasında kaldı.
Herhalde Cumhurbaşkanı Gül, risk alarak
Ermenistan'la
futbol diplomasisi başlatırken de kafasında aynı perspektif vardı.
Başbakan Erdoğan'ın, bu sürecin aktörleri olan Dışişleri bakanları Ali Babacan'ın ve Ahmet Davutoğlu'nun düşünceleri de farklı değildi.
Protokollerin imzalanmasını sağlayan süreçte Türkiye'nin iki temel hedefi vardı: Birincisi, Avrupa'dan Amerika'ya geniş bir alanda Türkiye'nin yükselen imajına zarar veren soykırım iddialarının yükünü hafifletmek. Bir tarih
komisyonunda bu iddiaları konuşmak, medeni bir yaklaşımdı.
Ermenistan'ın buna
evet demesi de büyük bir adımdı.
Bu adımın Türkiye açısından ikinci önemli hedefi ise tıkanan Yukarı Karabağ sorununa ivme kazandırmak ve kardeş
Azerbaycan'ın topraklarında süren işgalin sona ermesine yardımcı olmaktı. Ayrıca süreç, Türkiye'nin komşularla sıfır problem politikasının tek istisnası olan Ermenistan'ı da kazançlar listesine ekleyecekti. Kafkaslarda
işbirliği imkanları artacak ve bundan bütün taraflar kazançlı çıkacaktı.
Ancak malum gelişmeler yüzünden böyle çok iyi niyetlerle başlayan girişim, şu an can çekişme noktasında geldi. Önce Azerbaycan, belki iletişimden kaynaklanan aksaklıklar yüzünden Türkiye'nin bu iyi niyetli girişiminden kuşku duydu. Buna karşı, Türkiye'nin Ermenistan'ı kazanma ihtimaline güvenerek, Azerbaycan gibi kardeş bir ülkeyi kaybetmesi beklenemezdi. Gerçi formalitelerin gereği olarak protokolleri Meclis'e sevk etti hükümet. İçeride konunun suistimal edilmesinden endişe ettiği için süreci yavaşlattı. Karabağ'da çözüm olmadan protokollerin onaylanmayacağı deklare edildi.
Ardından Ermenistan
Anayasa Mahkemesi'nin gerekçesi ortaya çıktı. Protokollerin titizlikle ele aldığı ve diplomaside sorunları aşma yolu olarak sıkça başvurulan 'yapıcı belirsizlik' yöntemiyle halledilen meseleleri hiçbir şey olmamış gibi aleni hale getirdi. Örneğin, bir tarih komisyonunun kurulması protokollere göre öngörülüyordu. Bunun anlamı, Ermenistan'ın soykırım iddiasından vazgeçtiği ve Türkiye'nin de bu iddiayı kabul ettiği değildi. Aksine taraflar bilinen pozisyonlarına rağmen yeni bir başlangıç yapmayı, konuyu karşılıklı konuşmayı kabul ediyordu. Ama
Anayasa Mahkemesi, Bağımsızlık Bildirisi ve Ermenistan Anayasası'na atıf yaparak, hükümetin görevinin soykırım tezinin tanınmasını sağlamak oluğunu kayda geçirdi. Halbuki böyle bir komisyon, soykırım olup olmadığını konuşmayacaksa başka neyi konuşacaktı. Yani protokollerin özü boşaltılmış oldu.
En son
Amerikan Kongresi devreye girdi. İmzalanan protokoller, Türk, Ermeni ve uluslararası tarihçilerin bir araya gelerek 1915'te yaşananların nasıl adlandırılacağına karar vermesini öngörürken, Amerikalı vekiller
küçük siyasi hesaplarla kararlarını vermiş oldular. Madem 100 yıl önce yaşanmış olaylara
parmak hesabıyla karar verilecekti, protokollere ne gerek vardı? Şayet Obama yönetimi, protokoller konusunda Türkiye'yi o kadar
teşvik etti ise sürecin siyaseten dinamitlenmesine neden
seyirci kaldı? Daha da önemlisi süreci başlatırken 'Siz yeter ki süreci başlatın, Karabağ'da çözüm için biz bastıracağız' diye sözler veren başta ABD olmak üzere Rusya ve
Fransa şimdi neden havaya bakarak Türkiye'yi suçluyor?