PKK’nın “MİT operasyonu”, Hizbullah’ın ise “
JİTEM organizasyonu” olduğu konusundaki yaygın kanaatin gerçeklik payını yüksek görenlerdenim.
Yani, ikisi de derin devletin mahsulüdür.
Bu iki
örgüt zamanla kontrolden çıkıp farklı amaçlara
hizmet etmeye başlayınca karalar bağladılar, ama nafile...
Bir de derin yapının 1999’dan sonraki yüzünü temsil eden
Ergenekon var. Birlikte serpildiler, büyüdüler, şimdi birlikte
tasfiye ediliyorlar.
Demokrasi ve barışa daha fazla talebin olduğu hem
Türkiye hem dünya hızla değişiyor, dönüşüyor ve yeni dengeler kuruluyor.
“Kullanılabilir enstrüman” olmaktan çıkan Ergenekon ve PKK misyonunu tamamlamak üzere. Yeni süreçte bu iki örgütün yaşayabilmesi çok zor, en azından şu anda ortaya konan güçlü irade, bu yönde...
İrade zaafı doğmaz ve dönüşüm projeleri akamete uğratılmazsa kamu gücünden ve illegaliteden beslenen bu örgütler son demlerini yaşıyorlar. Onlar da ya dönüşerek sisteme entegre olacaklar ya da hızla sona varacaklar.
AB üyeliğine hazırlanan, enerji koridoru haline gelen ve bölgesel istikrarın vazgeçilmezi olan Türkiye, bölgesel gücü ve stratejik vizyonuyla dünyanın yabana atamayacağı, istikrarsızlığa gömülmesine tahammül edemeyeceği çaptadır.
Barış projesi olarak bilinen, Türkiye’den sonra Bulgaristan’dan Avusturya’ya kadar uzanacak Nabucco’da çerçeve anlaşması imzalandı, meclisten geçen hafta geçti, sırada evsahibi ülkeler anlaşması var.
Daha önceki
Bakü-Tiflis-
Ceyhan Petrol Boru Hattı
Projesi’nde “ihtilal” ihtimali, “risk unsurları” arasında sayılıyordu, yeni anlaşmada olmayacak. Yani, batılı artık Türkiye’de darbeyi, risk unsurları arasında görmüyor.
Oysa, eski anlaşmanın 12. maddesi 1. fıkrası şöyleydi: “Tüm proje boyunca devlet makamları tüm kişilerin güvenliğini sağlayacak tesisler ve kişileri
iç savaş,
sabotaj, abluka, ihtilal,
ayaklanma,
isyan, karışıklık, terörizm, adam
kaçırma, ticari zorbalık, organize suç veya diğer tahripkar olaylardan kaynaklanan tüm zarar ve ziyana karşı koruyacaktır.”
Türkiye’ye duyulan bu güvenin oluşumunda Ergenekon soruşturmasının rolü asla yadsınamaz. Ayrıca, Türkiye’nin istikrarı, batının menfaatleri açısından da elzem hale gelmiştir.
Kaldı ki, ABD’nin, 2011 yılı sonuna
kadar askerlerini çekmeyi planladığı Irak’taki yeniden yapılandırmayı Türkiye’ye rağmen sağlıklı bir zemine oturtabilmesi, Afganistan’daki bataklıktan daha az zararla kurtulabilmesi,
İran nükleer krizi başta olmak üzere bölgesel sorunlardan belasız sıyrılabilmesi hayli güçtür. Hem ABD hem Türkiye açısından, kritik evre, PKK’nın tasfiyesiyle eş zamanlı olarak
Kürt meselesinin çözümüdür.
Dolayısıyla, ABD ve
Avrupa ülkelerinin PKK’ya duydukları ihtiyacının giderek azaldığı, Türkiye’nin stratejik öneminin daha da arttığı bir süreçten geçiyoruz.
ABD
Hazine Bakanlığı’nın 14
Ekim 2009’da yayınladığı bildiride PKK’nın “uyuşturucu kaçakçılığı” ile suçlanması, yeni konseptin ürünüdür. Ardından
İtalya,
Fransa ve Belçika’da PKK’ya yönelik operasyonlar başladı.
Murat
Karayılan’ın “ABD bizi Al
Capone taktiği ile yok etmek istiyor” lafı, bir yerde doğru tespittir. Irak’ta Kürt Devleti kurmak isteyen ve bu projenin önünde PKK’yı engel olarak gören
Talabani ve
Barzani de operasyonun birer parçasıdır.
Bu noktada PKK’nın nasıl bir pozisyon alacağı merak konusudur. Son gelişmeler ışığında değerlendirirsek, İmrali,
Kandil, BDP, DTP ve KCK arasında kopukluk var. Yeni süreci okumakta hayli zorlandıkları anlaşılıyor.
Dönemsel zorunluluğu fark edip yeni projeler peşinde olan Abdullah
Öcalan, BDP’nin tüm Türkiye’ye hitap eden bir siyasi parti olarak yapılanmasını istiyor, PKK ve KCK’nın uzun vadede legalleşmesini öngörüyor.
Ancak Öcalan’ın bu yaklaşımı PKK ve KCK içinde tümüyle karşılık bulabilmiş değildir.
Murat Karayılan ve
Cemil Bayık gibi lider kadrosunun yeni pozisyon algısı, Öcalan’la çelişiyor. BDP ise sürekli savruluyor.
Bir taktik de olabilir iç çatışma da...
Hangi saiklerle hareket ederlerse etsinler, değişimi iyi okuyamazlarsa, tehlikeli bir senaryonun parçası haline gelebilirler.
O nedenle, birlikte ve barış içinde yaşama özlemine dayalı demokratik
açılım, tarihi fırsattır. Hükümetin bu süreci iyi yönetemediği doğrudur ama niyetin halis olduğu konusunda hemfikirim.
Bilin ki, hem Ergenekon hem PKK hızla sona doğru yaklaşıyor. Darbeden medet umanlar varsa, onlar da unutsunlar. Bakın elin Avrupalısı “ihtilal” ihtimalini sözleşmeye bile koymuyor...