Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan geçen hafta, medya patronlarına köşe yazarlarını kovmasını
tavsiye ettiğinde en iyi tepkiyi Milliyet’te Hasan
Cemal verdi, ‘Hop dedik sayın Başbakan’ diye yazdı.
Başbakan’ın o sözleri tartışıldı bekleneceği gibi, hatta dün
Akif Beki Radikal’de, ‘Başbakan’ın o sözleri düzelteceğini’ yazdı. Nitekim Başbakan dün haftalık
Meclis Grubu konuşmasında sözlerini düzeltmeye yeltendi, ‘Yanlış anlaşıldı, şöyle demek istedim’ dedi ama aslında aynı şeyleri söylemeye devam etti.
Bu sefer kendince bir nüans katmıştı.
Medya patronları kendisine gelip zaman zaman ülkede gerginlik istemediklerini vs. söylüyordu, o da onlara ‘Gerginliği sizin
gazetelerinizdeki yazarlar ve televizyonlarınız çıkarıyor’ cevabını veriyordu. Bu cevaba karşılık olarak da medya patronları ‘Ben de onların yazdıklarıyla mutabık değilim ama elimden ne gelir’ diye yakınıyordu Başbakan’ın anlattığına göre.
İşte Başbakan bu noktada kükrüyordu: Madem mutabık değilsin neden yazdırıyorsun onlara?
İnsan kendi şirketinde, şirketini batıracak
eleman çalıştırır mı hiç?
Bu bakış açısının neresini düzelteceksiniz?
Hasan Cemal’in ‘Hop dedik’i bile yetmiyor ama ne yapalım.
Gazeteler, çok sesliliğin, çoğulculuğun dile geldiği yerlerdir. Elbette her gazetenin kendine göre sınırları vardır ama sonuçta parti gazeteleri ve parti gazetesi gibi hareket eden
militan gazeteler hariç bütün ‘normal’ gazetelerin kendilerine göre bir görüşler yelpazesini yansıtan yazar kadrosu vardır.
Eskinin militan gazeteleri olan Yeni
Şafak ve Zaman için bile artık geçerli bu. Onlar da kendilerince bir yelpazeye sahipler, farklı fikirler dile geliyor.
Ama belli ki Başbakan bunu anlamıyor, anlamak istemiyor.
Zaten bana göre en vahim nokta da burada başlıyor: Başbakan, söylediklerinde son derece samimi, içinden geldiği şekilde konuşuyor. Yani bu görüşler onun gerçek görüşleri, öyle kasti edilmiş laflar değil.
Söylenecek çok şey var ama şimdilik söylememeyi seçiyorum.
***
Benim gördüğüm şudur: Memleket
seçim sathı mailine epey
erken girdi. Başbakan dün de yineledi, seçim, arada ne olursa olsun, Temmuz 2011’de yapılacak. (18 Temmuz Pazar.)
O zaman daha 17 ay çekeceğimiz var demektir.
Çünkü Başbakan’ın seçim kampanyalarının önemli bir unsuru da, medyayı halka şikâyet etmek.
Hele şimdi arada sahiden
referandum yapılacaksa (mayıs veya haziranda) o zaman kısa dönemde zaten bir
ölüm kalım seçimimiz olacak demektir.
Hele hükümet referandumdan istediği
evet cevabını çıkaramazsa, bir çeşit topal ördek konumuna gireceği için daha da hırçınlaşacaktır.
Yani hayat zor olacak.
***
İşte bu zorluklar içinde,
köşe yazarı dostlardan bir ortak metin geldi,
imzalamam için. Prensip olarak bildirilere imza atmıyorum ama bu o metinleri destekle-mediğim anlamına gelmez. Size metni sunuyorum.
“Biz aşağıda imzası bulunan köşe yazarları, Başbakan Erdoğan’ın gazete patronlarının köşe yazarlarını
kontrol etmesi gerektiğini savunan açıklamasının varlığımızı borçlu olduğumuz basın özgürlüğüne ve genel olarak ‘demokratik
Türkiye’ idealine aykırı, vahim bir tutum olduğunu düşünüyor ve bu açıklamayı
protesto ediyoruz.”
Evet, ben de protesto ediyorum Başbakan’ı. Ama galiba daha çok protesto fırsatı verecek bize Başbakan.