Herhalde
futbol oynamadığım için bazı ‘noktaları’, öldür
Allah anlayamıyorum. En başında şu
fisktür meselesi geliyor mesela.
Şu ‘kolay
fikstür-zor fikstür’ tartışmasını bütün iyi niyetimle anlamaya çalışıyorum ama olmuyor. Mesela önceki gün
Galatasaray’ın maçı sona erdikten ve bilumum yorumcu Galatasaray’ı
şampiyon ilan ettikten sonra, kalan maçlarına bir bakayım dedim, aynen şöyle sıralanmakta:
Eskişehir,
Ankaragücü,
Trabzon,
Fenerbahçe,
Sivas,
Diyarbakır,
Manisa,
Bursa, İBB,
Antalya,
Gençlerbirliği...
Ne kadar dikkatli baktıysam da hangisinin daha kolay olduğunu bir türlü göremedim kendi adıma. Sonra bari tersten gideyim, ‘kolay fikstürlü’ Fenerbahçe’nin gelecek maçlarına bakayım dedim. Onlar bir ara ‘Ankara’ ile oynayacaklar, sanırım o maç kolay geçecek ama onun dışındakiler gözümde Galatasaray’dan hallice. Bursa desen 14 haftada Galatasaray,
Kayseri ve Beşiktaş’la peş peşe oynuyor. Beşiktaş’ın kalanlarında Trabzon, Fenerbahçe ve Bursa var. Kime baktıysam bana zor yani. Ama tevatüre göre,
teknik direktörler fikstür üzerinden yaparlarmış bütün hesaplarını. Sırf bu mevzuya
vakıf olmak için
teknik direktörlük kursuna gidebilirim. Nasıl yapıyorlar o ‘hesapları’ fikstüre bakarak ki? Maçların yanlarına ‘3, 1, 0’ mı yazıyorlar? Yok canım, bu olamaz. Bunu en son lisede arkamda oturan Mehmet’le
Kerem yapıyorlardı.
BAHAR DA FUTBOL DA GELDİ
Bahar geldi ya, tam olmasa da, ufaktan geldiğini hissettirdi ya, bu hafta sahalar daha bir yeşil,
futbolcular daha bir atak, futbollar daha bir canlı, yorumcuların canı daha bir sıkkın göründü gözüme. İnsan söz konusu kendisi olduğunda, yanıldığını, yanılmış olabileceğini BİLE o keskinlikte söyleyemezken, başkasına nasıl bu kadar serbest vezin sallabiliyor acaba? Bu nerede oynamıştı daha önce, kaç gol atmıştı orada, kaç dakika kalmıştı sahada diye detaylı detaylı sorarken, soruların hiçbirinin ‘Acaba neden oynamamıştı? Sakat mıydı bu çocuk? Onu getiren teknik direktör mü değişmişti?’ türünden, merak içeren sorular olmaması nasıl bir his acaba?
Laf her
Rijkaard’a geldiğinde yılmadan, ‘Hollanda’da
takımı küme düşürmüşlüğü de var’ diyen bir ‘yorumcu’ var mesela, takımın hangi takım olduğunu da çok net hatırlayamadığı için adını vermeden. Geri kalan, Rijkaard her puan kaybettiğinde, ‘Barcelona’yı ben de şampiyon yaparım’ tadında konuşuyorlar. Yapsana ya. Olsana Barcelona’ya teknik direktör mesela.
YÜZLERİ KARA ÇIKARTAN DOS SANTOS
Bu hafta bu grubun yüzünü kara çıkartan Dos
Santos oldu. Benim Dos Santos’un gazetelerdeki resmine, sahadaki haline falan baktığımda tek görebildiğim sırtına başarısız bir
kariyer yüklenemeyecek kadar
genç bir çocuk, gençten ziyade çocuk hatta. Arda’yı hepsi seviyor gibi göründüğünden, örneği oradan veriyorum anlasınlar diye, ‘başka diyarların Ardası’ o.
Ha diyebilirler ki bizim Arda’yı sevmeye zar zor yetiyor sevgimiz, elâlemin Dos Santos’una bir zerrecik bile çıkartamıyoruz, o zaman takdir ederim, en azından dürüstlüklerini. Nitekim sevgi, biz kadınlara atfedilen bir ‘zayıflık’ ve biz hepsini kendi çocuğumuz gibi, kendi çocuğumuz günün birinde değil gurbet ellerde futbol oynamak zorunda kalırsa, tatile gittiğinde oradakilerin onu sevmesini isteyeceğimiz gibi severiz sizin yerinize de.
Siz yapamadıklarına dikmiş olabilirsiniz gözlerinizi, ama biz yaptıklarına bile değil, yapacaklarını umduklarımıza bakıyoruz. Hem Ardaların hem Dos Santos’ların. Ayırdetmeksizin. Yeteneğin vatanı olmaz netekim.