Hükümetin ‘
sanatçı açılımı’na davet edilip katılamayanların gerekçelerine dün yeniden baktım.
Davet sahibi gibi düşünmemek, farklı siyasi anlayışlara sahip olmak, makul ve makbul bir mazeret sayılabilir mi?
Çünkü Arif Sağ, sırf bu sebeple nasıl ağır bir
mahalle baskısı altında kaldığını anlatıyordu bir gazetede.
Sol çevreler ve
Alevi örgütleri tarafından AK Parti’ye yanaşmakla suçlanıyormuş.
‘Demokratik açılım’ı üzerinde konuşup eleştirmeye değer bulduğu için, kendi siyasi muhitinde, ‘davayı satmış’, ‘aslına
ihanet etmiş’ ve ‘döneklik yapmış’ muamelesi görüyor.
Böyle düşünenlerle aramızdaki görüş ayrılığını hemen şimdi masaya yatıralım.
***
Geçen
pazar günkü yazımda, ‘
Sanatçı ve patron’ başlığı altında ‘tavır olarak katılmayanları’ eleştirmiştim.
Karşılığında, sanatçı tavrını kutsayan, tavırsız sanat olamayacağını söyleyen tepkiler aldım.
O halde, şu ‘sanatçı tavrı’ meselesine de bir girelim.
Bakalım neymiş?
Bazı ses sanatçılarının davete cevaben bildirdikleri mazeretlerini öğrendim.
Sezen Aksu’nun sağlığı,
Selda Bağcan’ın mahçubiyeti,
Sebahat Akkiraz’ın mazur sayılma talebi, Edip Akbayram’ın yok yazılma istemi...
Toplantıdan aflarını bildirme lüzumu hissetmeyenler de olmuş.
Günü gelip çattığında, Dolmabahçe’de ispat-ı
vücut etmemişler o kadar.
Kalabalığa karışmamak, bir mazeret olabilir.
Mahçup tabiat, sosyalleşmeye mani gösterilebilir.
Sağlık sorunu, elhak çok geçerli bir mazerettir.
Peki ideolojik bağnazlığa ne diyeceğiz?
O da, ‘saygın tavırlar’ sınıfından geçerli bir mazeret kabul edilebilir mi?
Yoksa bağnazlık da bir tür ‘siyasi sanat’ akımı mıdır?
***
Sanatçımız duruş sahibi olsun, kim
itiraz eder?
Sanat
mesaj içerebilir, ideolojik olabilir, o da tamam.
Realisti sürrealisti, naturalisti sembolisti, kavramsalı estetikçisi, fikirlisi fikirsizi, kurallısı kuralsızı, siyasisi ve
siyaset-üstüsü... Tersiyle düzüyle bunların hepsi birer sanat akımı olabilir, kabul.
Fakat, bağnazlık da bir sanat akımı mıdır?
Sanatın her türlüsü mümkün de, bir tek tutucusu olamaz.
CHP’ye
kampanya müziği yapan
Onur Akın geliyor da, Edip Akbayram imtina ediyor.
Yavuz Bingöl katılıyor da, Sebahat Akkiraz yan çiziyor.
Kıraç orada, ama
Volkan Konak görünmüyor.
Arif Sağ var da, Musa Eroğlu yok.
Rojin, Aynur, Gülay kalkıp gelmiş, lakin Selda Bağcan karışmıyor aralarına.
Zerrin Özer,
Candan Erçetin,
Işın Karaca’ya takılan gözler, Leman Sam’ı arayıp bulamıyor.
Söyler misiniz o halde;
Bu resimde, gidenler ‘tavırsız’, gitmeyenler ‘tavırlı’ oluyor, öyle mi?
Vicdanınız izin vermez, söyleyemezsiniz...
Demek ki, mesele siyasi karşıtlık ya da
muhalif duruş meselesi değil.
***
Sadece aynı siyaset geleneğine mensup olanların tavır farkına bakmanız bile kâfi!
Şurası açık ki, gidenlerle gitmeyenleri ayırt eden şey, ‘siyasi duruş’ farkı olamaz.
Adı geçen sanatçıların istisnasız hepsini beğenirim.
Sanatkarlıklarına hayranlıktan başka söyleyecek lafım olmaz.
Ama tavırlarına gelince, görüşümde ısrar ediyorum.
Sanatın ekolüyle okuluyla, sağıyla soluyla akrabalık bağı kurulmasın boşuna.
Sözüm, ‘demokratik açılım’ı konuşmaya gitmeyenlere değil, gitmeyi ‘düşkünlük’ sayanlaradır.
Sanata da, sanatçıya da bağnazlık ve tutuculuktan daha çok yakışmayan ne olabilir?