Böyle garip, mantığa teğet dahi geçmeyen e-postalar geliyor kimilerinden. Genellikle de göz altına alınıp salınan ya da tutuklanan
generallerin ve amirallerle albayların geçmişte ne denli, başarılı görev yaptıklarını anlatıyor bu muhteremler!
Bakınız, kişinin geçmişte başarılı olması, Öcalan’ı , ABD ajanlarından teslim alıp Türkiye’ye getirmesi, Boğaz’lar Komutanı olması, o kişilerin bir ömür boyu suç işlemeyeceği anlamına gelmez.
Tarih çok başarılı, nice insanla doludur, sonradan yoldan çıkıp suça bulaşan. Bu tabi, sözkonusu kişiler suçludur demek değil!
Ama en azından kovuşturma yapılmasında ne gibi bir sakınca olabilir ki?
Önemli olan şudur:
Asker devlet memurudur. Kenan
Evren bir zamanlar “
halk devlet için vardır!” demişti.
Hayır! Devlet, halka, millete
hizmet etmek için vardır. Devlet için çalışanların maaşlarını, millet öder. Neden?
Millete hizmet ettikleri için. Dokunulmazlığı olan millettir; generaller, amiraller, müsteşarlar, genel müdürler değil... Hatta milletvekillerinin de dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.
Eğer devlet milletin hizmetindeyse, o zaman askeri şu yargılar,
sivili bu yargılar, si
yasileri de başkaları yargılar diye bir ayrım olamaz. Sivil topluma inanıyorsak, ordu da bu sivil toplumun hizmetindeyse , o zaman, sivil yargı devreye girer. Dünyanın aklı başındaki bütün ülkelerinde de bu böyledir.
Ancak, asker bir başka askere, orduya, üstlerine ya da astlarına karşı suç işlemişse, o zaman askeri yargı
soruşturma başlatır. Burada bile, suçun sivil alanda mı askeri alanda mı işlendiği önemlidir; suç mahalline göre
yetki belirlenir.
Bu Roma hukukunda da Anglo Sakson hukukunda da böyledir. Bizim
darbe sonrası kaleme alınan Anayasa’ya gelince onun zaten çoktaaaan değiştirilmesi gerekirdi!
Kaddafi İsviçre’ye savaş ilan etmiş ama...
Muammer Kaddafi, geçtiğimiz
Cuma günü, İsviçre’ye savaş ilan ettiğini açıkladı! Buraya kadar iyi de, bu savaş ilanından İsviçre’nin resmen haberi yok. Yani resmi kanallardan birşey gelmemiş Bern’e!
İşin aslı ta 2008’e uzanıyor. O tarihte
Cenevre polisi, Kaddafi’nin oğlu Annibal’le karısını sorguya çekmiş. Neden mi? Efendim Annibal’le karısı, evdeki hizmetçileri dövüyormuş dur
durak dinlemeden. Kan revan içinde kalan hizmetçiler de polise başvurmuş. Kaddafi’nin savaş ilanına ulusalcı siyasi Oskar Freysinger hemen
yanıt vermiş: “Delinin n’apacağı belli olmaz. Bu savaş ilanını ciddiye almamak gerekir, gene de bir devlet başkanı İsviçre’yi yer yüzünden sileceğini söylüyor. Dikkatli, olmak gerek!”
Dünyada her şey bitti, iş
Libya-İsviçre savaşına kaldı !
Sakık televoleciyse
Baykal da paparazzi!
BDP’li
Sırrı Sakık, 1999 seçimleri öncesinde
CHP Genel Başkanı
Deniz Baykal’ın “
aday göstermek için yirmi
militan” istediğini söyledi söyleyeli ortalık karıştı. Önce Deniz Baykal, böyle bir görüşmenin olmadığını açıkladı!
Ardından
Ahmet Türk, görüşmenin olduğunu, ancak Baykal’ın “adaylarınız kim olursa olsun, yeter ki kamuoyunda tanınmayan kişiler olsun!” dediğini söyledi. Yani görüşmenin yapıldığını belirtti.
Sonra CHP’li Eşref
Erdem de görüşmeyi doğruladı: “Evimde görüştük ama bu görüşmede hiçbir pazarlık olmamıştır!” Ve de ekledi: “Baykal’ın bu politikası kırk yıldır aynıdır ve tutarlıdır!” Bunun üzerine
Sırrı Sakık: “Görüşmede militan kelimesi kullanıldı ama belki de partinin militanlarını kastetmişlerdir!” gibisinden çevir kazı yanmasın yaptı.
O dönem hapishanede yatan
HADEP Başkanı Murat Bozlak ise, teklifi reddetiklerini söylerken militan lafını duymadığını vurguladı.
Usta gazeteci
Fikret Bila, Sakık’ın öne sürdüğü yirmi militanı Baykal’a sorunca, aldığı yanıt: “Ben o televoleciye
cevap vermem!”
Bütün bunlara bakınca, böyle bir toplantının olmadığını söyleyen Baykal, paparazzi sınıfına giriyor. Paparazzi dediğin ‘olmayanı olmuş, olmuşu da olmamış’ gibi gösterene denir genellikle. Yani toplantı olmuş.
Gelelim “televole” kelimesine. Bu sözcüğün, “televole”nin, isim hakkı Can Tanrıyar’ındır. Ondan izin almaksızın, yazılı ya da görsel medyaya malzeme olacak biçimde kullanamazsınız. Yani, Baykal’ın Tanrıyar’a
telif ödemesi gerek.
Sayın Erdem, bence, en doğrusunu söylemiş, Baykal’ın kırk yıldır aynı ve tutarlı olduğunu belirterek. Baykal’ın bu gibi konularda da genel
siyaset anlayışında da uygulamaları iki komuta dayalı:
Bunlardan biri “yerinde say!”
Diğeriyse: “Geriye dön; marş marş!
FATİH SULTAN MEHMET’İN SOFRASI
Fatih Sultan Mehmet, günde iki öğün yemek yermiş. Onun için en önemli yemek sabah kahvaltısıymış.
Sonra, bütün gün ağzına bir şey koymaz, ancak gün batımında sofraya bağdaş kurarmış. O zaman da etli ekmek, çorba, bol yoğurt, çeşitli otlarda yapılmış
salata ve
meyve yermiş. Fatih döneminin mutfak ve erzak alım
kayıtları en ince ayrıntısına değin, günümüze ulaşmış. Örneğin, 25
Ağustos 1471’de Fatih’in kişisel tüketimi için hassa alımında şöyle bir kayıt var: “Padişah efendimiz için, üç çift
balık yumurtası, iki morina balığı, iki okka havyar ve de seksen
turşu limonla iki sepet
incir!” Ooooh afiyet olsun; yarasın Sultanım.