Çetin Doğan, 28
Şubat'ın en
kilit ismi. Batı Harekât Konsepti'nin mucidi. Batı Çalışma Grubu'nun da kurucusu. Önceki gün tutuklanarak cezaevine konuldu.
Tutuklanma gerekçesi,
Ceza Usul Kanunu'na göre "kuvvetli suç şüphesi". İlginç bir ayrıntı: Çetin Doğan'ın tutuklanmasına sebep olan
Balyoz planı, bugün ile 28 Şubat
darbesinin hemen hemen tam ortalarına tesadüf ediyor.
Bugün ortaya çıkartılan
darbe planları ile 28 Şubat süreci arasında benzerlikler var. Aynı kafa, aynı mantalite ve aynı yöntemler. Sadece şiddetin düzeyi farklı. Neden? 28 Şubat'ın medya desteği, bugünün cami
bombalamaları veya kendi uçağımızı düşürme planları yerine ikame edilmiş.
Çıkartılacak ilk sonuç:
Asker tek başına darbe yapamıyor. Demek ki, darbeler tek başına askerlerin eseri değil. 28 Şubat; büyük
sermaye, Meclis'teki muhalefet partileri, yargı ve üniversite bürokrasisi, medya ve "bir kısım"
sivil toplum ile geniş bir koalisyonun eseriydi. Balyoz ve
Kafes planları bugün askerin bu işi tek başına yapmaya kalktığını gösteriyor. Bu karşılaştırmadan elde edilecek en değerli tecrübe darbeciliğin askerlere özgü bir meslek ve meşrep olmadığı.
Türkiye'd
e devleti ele geçirmek için kullanılan kirli bir
iktidar yöntemi var. Rant ekonomisi ile yaşayan büyük sermaye,
finans araçlarına sahip olmak için devlet içindeki iktidara şöyle bir huruç hareketi düzenliyor. Elindeki
silahın kendisine iktidar olmak için verildiğini düşünen askerler zaten hazırolda. Sonuç; asker gücü doğrudan eline alıyor, bu güç büyük sermayeye para, üniversite despotlarına ve muhalefet partilerine iktidar kapısını açıyor. Olan Türkiye'ye oluyor.
Ekonomi, 13 yıl önce yapılan bu darbe yüzünden üçte bir oranında küçüldü. İşsizliğin ve yoksulluğun içinde bu darbenin payı çok büyük.
Demek ki hükümet 7 yıl boyunca hazırlanan darbeleri, bugün ekonominin değişen parametreleri ile önlemiş. 28 Şubat, büyük sermaye için yanlış bir maceraydı. Finans kapitalin azgın iştahı darbeyi, darbe ile alt-üst olan ve kontrolü kaybeden bankacılık sektörü ekonomiyi çökertti. Sonunda büyük sermaye de bu işten zararlı çıktı.
İkinci sonuç, hepimizi geren ideolojik tartışmalara dair. Türkiye darbe planlarının deşifre edilmeye başlandığı son üç yılda
laiklik tartışmalarını neredeyse unuttu. Askerlerin silahla korudukları laikliğin, bir anayasal prensiple alâkası olmadığı bir silahlı
vesayet enstrümanı olarak devreye sokulduğu anlaşıldı. Elimizde kesinleşmiş bir
mahkeme kararı da var: Danıştay'a yönelik laiklik karşıtı silahlı
eylem, tam da laikliğin böyle bir enstrüman olarak kullanıldığını ispatladı.
Dün Aczmendiler,
Fadime Şahin,
Ali Kalkancı; bugün camiye bomba konulması, yaygın şiddet eylemleri. Aralarında mahiyet farkı yok; sadece derece farkı var. Hepsi bizi bir şeylere ikna etmek için yapılıyor.
Medya desteği hazırsa, medya manipülasyonları, televizyonlarda saatlerce ağlayan "irtica mağduru"
genç kadınlar; yoksa kanlı
terör eylemleri ve "gözü dönmüş laiklik düşmanları".
O zaman darbeciliğin salt askerlere
özgü bir meslek olduğu hükmü yanlış. Darbecilik kestirmeden, devlet iktidarını gayri meşru biçimde ele geçirme operasyonu. Elinde silah bu işe hevesli birtakım
generaller hazırda olduğu için, biz bu işi "askerî bir sorun" olarak görüyoruz. İki
delil: Askerler sadece bu darbe işlerinde en ön safa sürülüyorlar. İkincisi, askerler hiçbir zaman darbeyi sadece ellerindeki silaha dayanarak yapamıyor.
Darbecilik sadece bir
demokrasi sorunu değil, aynı zamanda bir
ekonomik sorun. Darbeyi cazip kılacak ekonomik şartlar mevcut değilse darbe yapmak "ekonomik" olmuyor.
28 Şubat'ın üzerinden bugün tam 13 yıl geçti. 28 Şubat'ın kilit ismi, 2003 yılına ait bir
darbe planı yüzünden "kuvvetli şüphe" iddiasıyla tutuklandı. Neden hep aynı isimler? Bu soru üzerinde durmak bile, hataları görmemiz için yeterli.