Aman komutanım sakın ola ki
muhtıra vermeyin! Neden?
Sonra Ak Parti’ye yarar.
Aman başsavcım sakın ola ki
kapatma davası açmayın!
Neden?
Ak Parti’ye yarar.
Aman komutanım sakın ola ki toplu istifaya falan kalkışmayın!
Neden?
Ak Parti’ye yarar.
Yalvarıyorum sizlere, böyle işlere hiç kalkışmayın.
Ne muhtıra verin, ne
kapatma davası açın, ne toplu istifaya kalkışın.
Sakın yapmayın.
Yaptınız da ne oldu?
Hatırlayın yakın geçmişi.
Hepsi Ak Parti’ye yaradı.
Tayyip Erdoğan tam inişteyken, 27 Nisan’da muhtırayı dayadınız, meydanlarda mağduru oynadı,
seçim sandığı oyla doldu ve yüzde 47 ile iktidara geri döndü.
Aman yapmayın, Ak Parti’ye yarıyor.
Böyle bir mantık, böyle bir bakış açısı...
Neresi düzeltilir ki?..
Eğer Ak Parti’ye yaramıyorsa, ona zarar verecekse, her şeye müstahak mı o?
Muhtıra da verilsin.
Kapatma davası da açılsın.
Komutanlar da dirensin.
Yani tek kriter AK Parti’ye ne yarar, ne yaramaz!
Öyle mi?
Ayıptır.
Başka türlü düşünmek yok mu?
Mesela şöyle deseniz:
“Darbe yapmaktı, muhtıra vermekti, askerin
siyasete karışmasıydı, bütün bunların
demokrasilerde yeri yoktur!”
Ya da şunu demek hiç aklınıza gelmiyor mu:
“
Askerin siyasetle bu kadar iç içe olduğu, ordunun devlet içind
e devlet gibi davrandığı ya da bir siyasal parti gibi davrandığı bir
ülkede gerçek istikrar da olmaz, hukukun üstünlüğü de olmaz.”
Veyahut şöyle bir
çağrı yapsanız siyaset kurumuna:
“Bu ülke artık siyasal partiler mezarlığı olmaktan kurtarılmalıdır. Yazıktır, günahtır.
Türkiye bunu hak etmiyor. Bu ülkede de siyasal partilerin kapatılması,
Avrupa demokrasilerindeki gibi zorlaştırılmalıdır,
Venedik kriterlerinin ışığında... Demokrasilerde parti kapatılması gündemden düşmüş durumda... Hatta kapatma davalarının açılması için izin artık parlamentolardan çıkıyor.”
Peki,
TBMM’ye şöyle bir çağrı yapmak hiç aklınıza geliyor mu:
“Ey Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin saygıdeğer üyeleri!
Sayın milletvekilleri!
Kendi hukukunuza sahip çıkın.
Bütün bu
darbe iddiaları en başta sizleri ilgilendiriyor çünkü. Bu tertipler öncelikle milletin egemenliğini hiçe sayıyor çünkü. Gasp edilmek istenen sizin hukukunuz değil mi? O zaman TBMM çatısı altında araştır, soruştur bu darbe iddialarını, tertiplerini. Komisyonlar kurmak için daha ne duruyorsun, neden korkuyorsun?..
Hukukuna sahip çık!
Hangi partiden, hangi siyasi görüşten olursa olsun, kendi hukukuna hep birlikte sahip çık, demokrasi bayrağını hep birlikte yükselt, darbeleri, darbe iddialarını, tertiplerini her birlikte soruştur!”
Şunu da ekleyebilirsin:
“Herkes kendi işine baksın, herkes kendi işini en iyi yapmaya çalışsın. Yasamaydı, yürütmeydi, yargıydı, hiçbir erk birbirinin işine karışmasın. Ve
sivil sivilliğini, asker askerliğini, gazeteci gazeteciliğini bilsin.”
Bakıyorum, bunlar hiç aklına gelmiyor.
Peki ya ne yapıyorsun?
Aman komutanım, aman Başsavcım.
Yalvarıyorum size.
Sakın ola muhtıra vermeyin.
Sakın ola kapatma davası açmayın.
Neden?
Ak Parti’ye yarar da ondan.
Peki ya demokrasi... Peki ya hukukun üstünlüğü... Peki ya milletin hakkı, hukuku... Peki ya demokrasi kültürü...
Bunlar hiç yok mu kafanda?..
Ya da unuttun mu?..
Yaygara koparmak yerine, bir
takım cılkı çıkmış siyasi klişeleri yinelemek yerine biraz da demokrasiyi, biraz da hukukun üstünlüğünü hatırlasan daha iyi olmaz mı.
Çünkü bunlar olmadan gerçek istikrar Türkiye’nin kapısını çalamaz.
Son söz:
Hukuku ancak darbecilere, cuntacılara dokununca hatırlamak da ayıp oluyor, ayıp...
Hop dedik Sayın
Başbakan!
Aynen öyle, Tayyip Erdoğan’ın dün gazeteci milletinin bazı fertleriyle, kimi köşe yazarlarıyla ilgili sözlerini dinleyince, ilk tepkim başlıktaki gibi oldu.
Hop dedik Sayın Başbakan!
Çok gerginsiniz, malum nedenlerle.
Bu bir sır değil, biliniyor.
Ancak bu ruh halleriniz, sizin dünkü sözlerinizi kesinlikle mazur göstermez, bunu bilesiniz.
Patrona çağrı yapacaksınız, atın o köşe yazarlarını diye...
Olmadı, hiç olmadı.
Yanlış yaptınız.
Lütfen biraz yutkunarak konuşun. Gırtlağın dokuz boğum olduğunu unutmayın.
Basın özgürlüğü diye bir şey varsa, demokrasi diye bir şey varsa, bu sözlerinizle her iki sınavdan da çakarsınız, Sayın Başbakan.
Bunu iyi bilin.