Uslu çocuk desinler diye her zaman bir
şeker alırdım şekerlikten, öncesinde annemin gözlerinin içine bakıp onay mesajını aldıktan sonra. Temiz çocuk desinler diye her zaman beyaz giydirirdi annem. Saçlarımı da sımsıkı toplar en beyazından kurdele takardı. Kendisine iyi anne, bana da örnek öğrenci desinler diye. Örnek gösterilirdim gösterilmesine ama çocukluk hayatım boyunca şımarık demesinler diye kim bilir ne çok şeyi içimde ukde bıraka bıraka yapmamışımdır. Bu tabi ki bir şikayet değil bir saptama yalnızca.
Bugün insan olarak hep bir şeyleri refere alıyoruz ve bazı şeylere gereğinden fazla önem verdiğimiz için de birçok şeyi bozuyoruz, kaçırıyoruz. Acı çekip, acı çektiriyoruz. Kendimiz olamıyoruz çoğu kere. Otantik var oluşumuzu gerçekleştiremiyor, fiziksel görünümü muntazam ama
psikolojik yapılanması bir hayli bozulmuş varlıklara dönüşüyoruz.
Anneler çocuklarının adına onların yetiştiremediği ödevleri yapıyor çocuk düşük not almasın diye. Evde
misafir öncesi
terör estiriyor bir başkası, ne kadar düzenli becerikli desinler diye.
Ne kadar uyumlu giyiniyorsun desinler diye ömrünün büyük kısmını mağazalarda renkleri birbirine uydurmaya çalışıyor bir diğeri… Ömrü mutfakta “en ince dolmaları saran” olmak için geçiyor bir başkasının…
İstediği bölümü seçemiyor, seçtirilmiyor bir diğeri… Doktor desinler, mühendis desinler diye… Doktor oluyor ama mutlu olamıyor mesela. Ne kendine, ne hastasına hayrı dokunmuyor sonra da… Ama diğerleri memnun oluyorlar ve oğlum doktor oldu diyebiliyorlar. Mahalleli de durumdan payını alıyor…
Derse girdi desinler diye derse girmek, dinliyor görünmek için dinliyormuş gibi rol kesmek…
Diploma aldı diye her türlü meşru olmayan yolla diploma sahibi olmaya çalışmak, yoklamada var görünmek için yerine
imza attırmak…
“Çeyizi ne çoktu” desinler diye göz nurunu,
gençliğini, kanaviçeler, danteller arasında harcıyor bir diğeri… Sonrasında belki de hiç kullanmayacağı düzinelerce havlu ve çetik yapıyor, desinler diye… Annesi, babasından gizli gizli tencere-tabak taşıyor eve, “kızının çeyizi ne güzeldi” desinler diye… Birçok yalan karışıyor, bazen
gözyaşı… Ama olsun mahalleli memnun…
Bir adam kendine kılıbık demesinler diye kahveye alışıyor. Bir genç kendisine “çocuk” demesinler diye ilk sigarasını yakıyor. Bir genç kız “erkek arkadaşı yok” demesinler diye gelen ilk teklife
evet diyebiliyor. Bir kadın dul demesinler diye her gün dayak yediği adama katlanabiliyor. Enayi demesinler diye bir başkası diğerini aldatabiliyor…
“Düğünü ne şaşaalıydı” desinler diye bir yığın borcun altına girip beş yıl sürünenler, “evi var” desinler diye bankalardan
kredi alanlar, sonrada
icralık olanlar,“gelinliği son modeldi” desinler diye öncelikli ihtiyaçlardan kısıp bir defa giyilecek gelinliğe para saçanlar… Daha neler neler...
Evlenemedi evde kaldı demesinler diye evlenmek, ucuza gitti demesinler diye bir ömür zengin koca veya güzel kadın beklemek… Ne yaparsanız yapın sonuçta insanlar bir şey diyecekler..
Eminim ki her birimiz bu örneklerden en az birine kendimizi yakın hissetmişizdir. Peki, bu neden böyle? İnsanın ömrü aman demesinler ya da desinler arsında mekik dokuyarak geçip gidiyor? İnsan neden diğerlerinin ne düşündüğünü bu kadar çok önemsiyor ve kendine rağmen böyle davranabiliyor…
Sosyal etkilenme ve etkileme, insanın bir özelliği olarak fıtratında var. Ama her şeyde olduğu gibi, denge kaçtığında, tek
hedef toplumsal beklentiler olduğunda amaçlar ve araçlar birbirine karışıyor. İnsan tek başına olamayan bir varlık. Kendi hayatına şahitler arıyor. Beğenilmek onaylanmak istiyor. İşte tam da bu noktada, toplumun onayı kendi beklentisine uygun olan koşullu bir onay olduğu için çoğu kere kişi kendi için iyi olanı seçmek yerine toplumsal beklentiye uygun olanı seçebiliyor.
Kendi içinde uyumu yakalayamadığı için de bir süre sonra mutsuzluk ve hayal kırıklıkları doğmaya başlıyor. Çünkü “başkası iyi desin” diye yapmak, yapılan şeyi bizim için iyi yapmaya yetmiyor. Kendi gerçekliğinden hareket etmeden, sırf “desinler” diye yapmak işin mahiyetini de bozuyor. Kişiler memnun olamıyorlar.
İşin doğrusu, sosyal bir geçeklik içinde yaşadığımızı bilerek ama kendi gerçekliğimizden hareketle hayatımıza bir yön vermek. Referans noktasını toplumsal yapının belirlemesiyle değil,
ilahi olanın ölçüleriyle belirleyerek karar vermek… Yoksa insanlar bugün bunu der, yarın bir başkasını.
Desinler diye diye yaşamanın faturası ağır. İnsan kendisine verilmiş olan özgürlüğün kıymetini bilmeli ve desinler diye değil doğru olduğunu düşündüğü için yapmalı her ne yapıyorsa vesselam…