Uzun bi süredir, Türkiye’de olan biten her türlü olumsuzluğun yükünü
Başbakan’ın sırtına yıkmak gibi bi tutku var. Neredeyse yağmur yağıp seller götürdüğünde Antalya’yla İzmir’i “ yerel seçimleri kazanamadı ya bu iki ilde de, onun için sel basmasına göz yumdu!” diyesi abuklar! Şimdi de
Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasını banda almak ve internete düşürmekle suçlanıyor Başbakan ya da hükümet.
Çıkarın şu at gözlüklerini be kardeşim! Sayın Başbuğ’un, yurtdışında, kapalı kapılar ardında yaptığı bir konuşmanın internete kendi sesinden düşmesi, rastlantı olamaz. Konuşmasında öz
eleştiri de var,
öfke de, baş kaldırı da.
Ulaştırma Bakanı, Binali
Yıldırım, “hukuğa uymayan, etik olmayan,
haberleşme özgürlüğüne aykırı, iğrenç bir şey” diye nitelendirdikten sonra Sayın Başbuğ’a yönelik tele-
kulak tezgahını, bir cümle daha eklemiş: “ Hadi Türkiye’de olsa benim sırtıma yıkabilirsiniz. Ama olay dışarıda!”
Türkiye’nin güçlü olmasını istemeyenler, özellikle de bölgede, önder katına yükselmesini sindiremeyenler, o alışageldiğimiz ali cengiz oyunlarına soyundu anlaşılan. Sayın Başbuğ’un özel görüşmesinin kaydedip bunu internete fırlatmanın, Türkiye’yi karıştırmaktan öte kime, ne yararı olabilir?
Hükümet böyle bir şeyi niye istesin?
Yargı bir yanda,
darbe tezgahları öte yanda,
açılım uğraşları beri yanda, Türkiye’nin istihdam sorunu başta olmak üzere türlü çeşitli sorunlar dağ gibi karşında, bir de Sayın Başbuğ’u dinletip, konuşmasını internete çakacaksın!
Siz, tele-kulak arıyorsanız, ya o konuşmayı dinleyen kişilere bir göz atacaksınız, hani Sayın Başbuğ’un deyimiyle
çürük elmalara, ya da özellikle kendi
küçük ama her ota maydonoz kimi ülkelerin istihbarat birimlerine.
Hele bir de bu açıdan düşünün olayı...
Çetin Doğan Bey’le ilgili
mektup
Geçtiğimiz, 14
Şubat’da Emekli Orgeneral Çetin Doğan’la ilgili bana gelen bir mektubun, sadece kısa bir bölümünü yayınladım. Mektupta ıslak
imza yoktu ancak zarfın üstünde, yazanın adı,
soyadı ve açık adresi vardı.
Mektubun yayınlamadığım bölümlerinde başka kişilerin isimleri, Orgeneral’in özel yaşamıyla ilintili bölümler, sık sık görüştüğü gazetecilerin adları yazılıydı. Bunları mektuptan çıkardım. Kısa dönem Emir Subaylığını yaptığını söyleyen kişinin gözlemlerini aktardım, o kadar.
Islak imzasız mektup yayınlamaya gelince, bugün ister yazılı, ister görsel medyada bu mektuplar, notlar, ya da yüzü karartılmış A.B. C.D. diye rumuzla anılan kişilerin görüntüleri, uzun yıllardan bu yana yayınlanır durur. Bunların en sonuncusu 20 Şubat Cumartesi günü
Behçet Oktay’ın öldürülmesiyle ilgili, imzasız
ihbar mektubudur! Türkiye’nin star kadar saygın ama çok daha eski bir gazetesinin birinci sayfasında yayınlandı. Dahası bu imzasız ihbar mektubu
dava dosyasına da girdi. Tıpkı Sayın Doğan’la ilgili gelen mektubun, avukatlar aracılığıyla, istek üzerine, adli maklamlara teslim edilmesi gibi. Bu arada, gene Sayın Doğan’ın maiyetinde çalıştığını öne süren, başka kişilerden de e-postalar ulaştı bize. Adları soyadları da yazılıydı. Hiç birini yayınlamadık.
Bütün bu anlattıklarıma rağmen, eğer Çetin Bey’i, üzmüşsem, kırmışsam kendisinden özür dilerim. Amacım bu değil, darbelerden yaka silken bir ülkenin vatandaşı olarak, kimi olaylara ışık tutmaktı.
Görsel medyada iki binin üstünde
program yapıp, bir o kadar sayıda da yazı yazan, sanırım çok az kişi vardır hakkında
hakaret ettiği gerekçesiyle dava açılan ve de mahkum olmayan. Onlardan biri de benim!
Saygılarımla...
‘Benimusul’ İstanbul’un ikinci günü
Sabah kahvaltınızı ettiniz, doğru Kapalıçarşı’ya uzanın! Dünyanın en renkli
alış veriş merkezi. Her dükkanda çay içilse de, molanızı Fes Café’de verceksiniz. Sonra, ver elini Mahmutpaşa. Daracık ama buram buram
Anadolu kokan sokaklardan geçerek
Mısır Çarşısına uzanacaksınız. Baharatların büyülü ortamında Pandelli’de öğle yemeği.
Yemekten sonraysa, Doğu’dan Batı’ya uzanma saati geldi diyerek ver elini Galata. Kuledibindeki kahvede demli bir çay, uzun kuyruklar yoksa kuleye çıkıp, İstanbul’a bir kez daha hayran olun. Galata’dan Tünel’e geçin. Müzik çalan dükkanlara uğrayın tek tek. Satıcılar çok iyi anlar
müzikten. Kimi saz çalar kimiyse ney. Zaman bir su gibi akar. İstiklal’de herşey ama herşey capcanlı, dipdiridir. Çiçek Pasajıyla Balık Pazarıysa bir başka güzeldir. Rumeli Caddesi’nde Saray,
tatlılar sunar size türlü türlü. Acıkmışsanız
börek nefistir. Hava soğuksa da salep. Akşam yemeği öncesi elbette Nişantaşı! Brassiere, Sofa Hotel ya da Vogue
akşam yemeği için birebirdir. Hele
yabancı konuklarınız varsa yanınızda. Gençseniz de Aşk Café, House Café’ye uğrayabilirsiniz. Türk yemekleri çekiyorsa içiniz, doğru Borsa’nın yolunu tutun.
(Yrd. Doç. Dr. Fatoş Karahasan’a saygı ve teşekkürlerimle)