"Eee şimdi biz onları fişliyoruz. 40 sene onlar bu halka yaptı, inşallah sıra bizde. Yapmaya çalıştığımız bu arkadaşlar..."
Hayır, hiç de öyle değil arkadaşlar:
Türkiye gibi bir
ülkede hiçbir hükümet durup dururken askerlerle, yüksek yargıyla, derin
bürokrasi ile yaka-paça olmayı ve siyasi başarısını bu gerginlik üstüne bina etmeyi istemez.
AK Parti de istemezdi; ahval ve şerait onu gerektirdi. AK Parti, "Ben bu düzeni değiştireceğim; askeri
vesayeti kaldıracağım, icabında
generaller bile gözaltına alınıp sorgulanacak ve Türkiye daha demokratik bir ülke olacak" diye oy istemedi vatandaştan. AK Parti'nin hikâyesi, biraz da
havuza atlayan korkusuz adama benziyor.
Fıkra şöyle: Yeni yetme zenginlerden birisi, bahçesine kocaman bir havuz yaptırdığı saray yavrusu köşküne tanıdığı-tanımadığı herkesi çağırarak büyük bir davet veriyor. Davetliler bakıyorlar ki havuzda kocaman bir
timsah gayet asabî kulaçlarla yüzmekte. Ev sahibi diyor ki, "Büyük fedakarlıklarla yaptırdığım bu havuza, yine büyük fedakarlıklarla Afrika'dan bir timsah getirttim. İçinizde kim, bu havuza atlayarak timsaha yem olmadan karşıya kadar yüzerse ona beş milyon lira vereceğim."
Para güzel fakat risk büyük. Davetliler kendi aralarında bunu tartışırken adamın biri atlıyor suya; timsah da hemen peşine düşüyor.
Nefes nefese bir
yarış. Timsah tam adamı yakalayıp yiyecekken bizim kahraman yüzücü son bir kulaçla karşıya çıkıyor. Alkışlar, takdir sesleri, bravolar arasında korkudan felce uğramış davetlinin haykırışı duyuluyor,
-Kim itti be beni havuza?
Havuza düşmüşsün veya itilmişsin; yüzeceksin, çare yok!
AK Parti, öyle
devrimci, inkılapçı, çağ açıcı, döğüşken tabiatlı bir parti değil; öyle olsa en azından
siyasi partiler ve
seçim kanunlarını değiştirir, barajı düşürür, partilerde lider saltanatına son verecek değişiklikleri yapar, ötekilerden çok önemli bir üslûpla ayrı olduğunu gösterirdi. Hayır, onlar da ötekiler gibi en az enerji kaybıyla yönetmek, yönetirken önlerini görmek isterlerdi; olmadı. Gelişmeler, AK Parti'yi ılımlı ıslahatçılık rolüne razıyken statükoyla boğuşmak zorunda kalan kader kurbanı pehlivan rolüne getirdi. Öyleyse kimsenin, "Siz bizi fişlediniz; biz de sizi fişliyoruz" demek lüksü ve hakkı yok. Bu astardan mahrum, çiğ bir kabadayılık gösterisi.
Bu söz yanlış, bu söz bâtıl, bu söz lüzumsuz; kötü, yakışıksız ve asla onaylanmayacak basit bir intikamcılık rûhunun eseri. Üstelik tabandaki AK Partilileri bile ürkütecek hoyrat bir cedelci tabiatın dışa vurumu. Kaldı ki AK Parti'nin gerçek tabanı partililer değil, emanetçi oylar! 27 Temmuz sabahı koşa koşa
sandık başına gidip, 367'ci takımına ve onun ardındaki oligarşiye tokat atmak için yanıp tutuşan sıradan insanlar ve bu insanlar, galiba önümüzdeki seçimde de AK Parti'ye yine lâzım olacak.
Öyleyse milletin derûnundaki sese
kulak vermeli. Onlar
evet,
askeri vesayet rejimini, hele hele yargının bir kanadında görünür hale gelen zümre oligarşisini tasvib etmiyorlar ama bu esnada ordu gibi, yargı gibi "mülk"ün esasını teşkil eden kurumların da arabulucu dayağı yiyerek süreçten perişan çıkmasını da istemiyorlar. Milletin terkibi bu cümlenin içindeki "ama" bağlacındadır. Onlar esasta evlerinde huzur, tencerelerinde aş, daha iyi bir hayat ve işsizliği öğütecek sağlamlıkta bir
ekonomik düzen istiyorlar. Bu süreci AK Parti, elinde
kuyumcu terazisiyle, her riski, her duyguyu, her yönelişi kılı kılına tartarak geçirmeli; kamplaştırıcı, öteleyici, itici davranışlardan kaçınmalı.
Evet, havuzda timsah olabilir, fakat siz yine de "nizâmi" yüzeceksiniz; başka yol yok.