Devlet, kendi gölgesinin üzerine toprak saçabilir mi?


Sular bir türlü durulmuyor. Durulacak gibi de görünmüyor. Her olayı tek tek düşündüğünüzde hadiselere bir anlam vermek çok zor. Bu nedenle büyük fotoğrafı doğru görmek gerekiyor. Çünkü bugün yaşananların çok büyük bir kısmı aslında aynı yere çıkıyor. Devlet denen mekanizmanın arkasına sığınan birileri, kendilerinde olmayan yetkileri kullandığı gibi, başkalarının yetkisini gasp etmekten çekinmiyor. Büyük fotoğrafa dikkat çekmeden önce geçen haftanın en sıcak gelişmesine kısaca değinelim: Son tartışmada iki savcı var. Biri Erzincan'da görev yapıyor. Çok ağır suçlamalarla karşı karşıya. Hakkında açılmış çok ciddi davalar var Savcı Bey'in. Onca suçlamanın yanında bir de Ergenekon örgütüyle bağlantılı olduğuna dair somut iddialar gündemde. Erzincan'da bazı üst düzey devlet görevlileriyle el ele vererek 'cemaatler' üzerine komplo kurduğu iddia ediliyor. Bir kanun adamı masum insanların evlerine yurtlarına silah koydurmak ister mi? Gizli tanıklar komploları ayrıntılı bir şekilde naklediyor. Üstelik bir üsteğmen de vatandaşa kurulması planlanan tuzakla ilgili itirafta bulunarak yine aynı savcının ve bazı devlet görevlilerinin de işin içinde olduğunu anlatıyor. İddialar çarpıcı, deliller ciddi. O kadar ki mahkeme delillere bakarak tutuklama kararı veriyor. Bir başka mahkeme heyetine itiraz edilince o heyet de Erzincan savcısının 'tutukluluğunun devamına' karar veriyor. Yazık ki ne yazık! Millete tuzak kurmak sanki vazifeleri Erzurum'daki hukuk çarkı işler işlemez devreye -pek çok kritik olayda olduğu gibi- HSYK girdi. Alelacele toplanan HSYK, Erzurum'daki savcıları görevlerinden uzaklaştırdı. "Yargıda deprem" ya da "yargıda darbe" diye isimlendirilen müdahale tarzı, orman kanunlarıyla bile bağdaştırılamaz. Niçin? Çünkü ağır suçlamalarla karşı karşıya kalan ve tutuklanan savcı hakkında gıkı çıkmayan HSYK, olayın üzerine giden meslektaşlarına müdahale etti. Hâlbuki tersi olmalıydı. Diyelim ki Erzurum savcılarını haksız buldular, hiç olmazsa hukukî süreci gözetmeliydiler. Ne bir inceleme var ortada, ne bir soruşturma. Dava dosyasına bile bakılmaksızın bir davanın bütün savcılarını görevden alırsanız kamu vicdanı sizin ya suça ortak olduğunuzu ya da alelacele bazı gerçekleri örtbas ettiğinizi düşünür. HSYK'nın halk nezdinde imajı maalesef çok kötü. Ergenekon soruşturmasını ve Diyarbakır'daki faili meçhul cinayetleri araştıran savcı ve hâkimlerin tayin edilmesi için yürütülen anormal çaba HSYK'yı yara bere içinde bırakmıştı zaten. Susurluk davasındaki sürpriz tayinleri de o tayinler yüzünden hasıraltı edilen davayı da unutmuş değil kamuoyu. Bu HSYK, Şemdinli savcısını, hazırladığı iddianameden dolayı linç etmiş, savcıyı avukatlık bile yapamayacak hale getirerek adeta yargı mensuplarına gözdağı vermişti. Aynı korkunç hatayı bir daha denediler. Konuştukça battılar, onlara destek için yola çıkan bazı üst yargı mensuplarını da hataya ortak ettiler. Meselenin aslı şudur: Devlet denen mekanizmanın arkasına sığınan birileri toplumu diledikleri gibi yönetmek için kanun dışına çıkarak sosyal hayatın her alanına müdahale ediyor. Öteden beri bu çark böyle çalışıyordu zaten; ancak vatandaş farkında değildi. Önce "iç tehditler" oluşturuluyor, sonra bu tezlerin inandırıcı hale getirilmesi için provokasyonlar yapılıyor ve siyasete kurtarıcı havasıyla müdahale ediliyordu. Kâh Aleviler hedef tahtasına konuyordu kâh Sünniler. Bazen "devrimci gençler" ağır bedel ödüyordu bazen "milliyetçi-muhafazakâr" kitleler. Sonuçta kaotik bir ortam oluşturuluyor ve kendilerine görevleri gereği silah verilenler olaya el koyuyordu. Bu süreçte binlerce faili meçhul cinayet işleniyor, bombalar patlıyor, suikastlar yapılıyor, halk birbirine düşürülüyordu. Güya devlet "iç düşmanı"na karşı "ülkeyi koruma ve kollama" bahanesiyle vatandaşın bir bölümünü ibret olsun dercesine cezalandırıyordu. Bu tür bir sistemin adı tabii ki demokrasi olamazdı. Askerî ve bürokratik bir oligarşi vardı ve bunun devamı için yeni düşmanların üretilmesi kaçınılmazdı. Erzincan'da yaşanan da budur. Kafes Eylem Planı'nın maksadı da budur. "AKP'yi ve Gülen'i bitirme planı"nın asıl hedefi de budur... Devlet millete tuzak kurar mı? Tabii ki hayır. Ancak cuntacılık sayesinde gücü elinde tutan bürokratik oligarşi, tapındığı gücü elinden kaçırmamak için her şeyi göze alır. Çocukların yoğun ziyareti sırasında Koç Müzesi'ne bomba koymak, AK Parti içinde 'ajanlar' bulup partiyi parçalamak, partinin kapatılması için yargıdaki yandaşlarına emirler göndermek, falan cemaat deyip insanların evine silah koydurmak... Bu çılgınca işler eskiden de oluyordu; ama artık dünya bambaşka bir noktada. Devletin arkasına saklanıp halkı dövmek artık imkânsız... Millet yoksa devlet de yoktur. O yüzden insanı yaşatan, devleti yaşatmış olur. Maalesef son yıllarda ortaya çıkan acı gerçekler bunu söylemiyor. Kendini devlet olarak gören ya da devletin asli sahibi olarak vehmeden birileri millete tuzak kurmayı kendilerine vazife sayabiliyor. Devlet, kendi gölgesinin üzerine toprak saçarak vatandaşının bir bölümünü yok edeceğini sanıyor. Mümkün mü? Gölge daima üste çıkıyor, çıkacak. Hiç kimsenin hakkı ve haddi değil ki milletin bir kesimine tuzak kurabilsin. Vergisini ödeyen, yasalara saygılı davranan hiçbir topluluk 'iç tehdit' ya da 'iç düşman' ilan edilemez. Yasalarca suç sayılan bir fiil varsa onun peşine düşer; suç icat etmek en büyük suçtur ve bunu yapanlar adalet huzurunda er ya da geç hesap verecektir... Görmüyor musunuz? Asıl mağdur cemaatler Pes doğrusu! Hem suçlular hem güçlüler. Erzincan'da dönen dolabı bilmeden yazı yazanlar bir ordu komutanının, bir savcının ve bazı istihbarat elemanlarının neyle suçlandığını bilmiyor mu yoksa bilmezden mi geliyor? İsmailağa Cemaati, Kurdoğlu Cemaati, Gülen Cemaati diye yaftaladıkları insanların evlerine yurtlarına, çantalarına silah yerleştirmeleri için insanlara baskı yapılıyor. Gizli tanıklar bunu hâkim huzurunda ayrıntılarıyla anlatmış. O da yetmezmiş gibi kendi el yazısıyla 'cemaatleri bitirme' notları tutan bir üsteğmen, bu fırıldakları çevirirken mutat toplantı yaptıklarını ve bu toplantıları Erzincan savcısının başkanlığında yürüttüklerini itiraf etmiş ve bu ifadeler mahkeme zabıtlarına girmiş. Bizim medyanın duayenleri(!) hâlâ cemaat fobisi oluşturmak için kalem oynatıyor... Cemaatler mağdur değil de nedir bu komplolar karşısında? Hatırlayın lütfen, Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanı olurken bir sürü yalan yanlış bilgiler dolaşmıştı ortada. Bizim medyanın bir kısmı yine 'cemaat' üzerine aforizmalar yayınlamıştı. O gün tartışılan her şey, Ergenekon zanlısı ve istihbaratın kalbi bir adamda (Levent Ersöz'de) çıktı. İddialara göre emri de emekli olduktan sonra bir sivil toplum kuruluşunda(!) başkanlık yapan dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur vermiş. O günlerde sürekli 'cemaat' sayıklayanlardan bugüne kadar herhangi bir özür gelmedi. Diyelim ki onlar da Şener Paşa'dan ilham alarak 'hafıza kaybı'nı mazeret gösterdi. Geçen hafta ortaya çıkan şu gerçeğe ne demeli: Deniz Kuvvetleri komutanı cami avlusunda beyanat vererek intihar eden subayına sahip çıkmış, subayın eşine dair görüntülerin internete düşmesine tepki göstermişti. Poyrazköy iddianamesinin ek klasörleri geçen hafta avukatlara dağıtılınca anlaşıldı ki bahsi geçen iğrenç görüntüler de Ergenekon zanlısı bir subaydan çıkmış. Kıvrak kalemiyle özel hayat güzellemesi yapan duayenlerden tık yok. Niçin? Çünkü bir suç delili Ergenekon'dan çıkınca dillerini yutanlar, ortada fol yok yumurta yokken cemaatlere atıp tutmaya bayılıyor. Sorsanıza bir komutanı intihara sürükleyen o görüntülerin emekli Binbaşı Levent Bektaş'ta ne işi varmış? Ergenekon davasının 51 No'lu CD'sinde yargı mensuplarının uygunsuz görüntüleri olduğu ve bunun Ergenekon zanlılarında çıktığı da artık herkesin malumu. 'Özel hayat' deyip etrafı velveleye verenlerden yine tık yok. Her siyasi konuya balıklama atlayan üst yargının gür sesli mensuplarından da çıt çıkmıyor. HSYK, meslektaşlarının özel hallerini gizlice kaydeden derin örgüte karşı o kadar müsamahakâr bir görüntü veriyor ki, şantajcı örgütün üzerine giden savcı ve hâkimleri kollayacağına sürekli zan altında bırakıyor. İnanılacak gibi değil... Her neyse... Ergenekon yandaşlığı nasıl bir şeyse bazıları, masum kitleler bir vehimle zan altında bırakılırken, somut suç delilleriyle yakayı ele verenler hakkında iki çift laf edemiyor. Hâlbuki yaşanan onca hadise gösterdi ki, cemaatler kirli tezgâhların mağduru durumundadır. Bunu görmemek için ya saf olmak lazım ya da bir yerlerle irtibatlı...
<< Önceki Haber Devlet, kendi gölgesinin üzerine toprak saçabilir mi? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER