Bundan önceki “Sahi, hani mutluluktan bahsedecektik?” başlıklı yazımızın girişinde Nazım Hikmet’in “… sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” dizesiyle başlayan şiirini ve Abidin Dino’nun da buna cevabi şiirini aktarmıştık.
Evet, herkesin bir mutluluk anlayışı ve beklentisi var. Abdin Dino’da, özlediği dostuna kavuşma şartı ve beklentisinde olduğu gibi..
Çoğumuz için mutluluk; büyük hayalleri gerçekleştirmek ve büyük hazlar almak olarak algılanır. Ama benim için en büyük mutluluk; fail-i meçhullerin hiç birisinin yaşanmamış olması ve onca gazetecinin, aydının halen hayatta olup, mutlu yarınlar için
kalem oynatıyor olması…
Bu bir hayalden öte bir şey değil şimdi. Abidin Dino, mutluluğun resmini çizmemiş ama bana şimdi mutluluğun bir resmini göster deseniz, mutlu ve aydınlık bir geleceğin resmini gösterebilirim ancak; “Toplumsal Bellek Platformu” adı altında bir araya gelen faili meçhullerin y
akınlarının bir aradaki fotoğrafını…
Bir araya gelmiş bu insanların her birisi, bir başka dönemin acı bir olayını, suikastını hatırlatıyordu. Ama onların bir arada gözükmesi, gelecek adına o kadar
ümit vaat ediyordu ki,
ülke üzerinde oynanan bazı oyunların deşifre olduğunun, her ne kesimden olursa olsun ülke insanının “oyunu görüyoruz!” demenin resmiydi bu.
Ve belki de bu; eli açığa çıkanların, bir daha benzer suikastları yapma cesareti bulamayacağının ışıltısıydı. (Fotoğrafta eksikler vardı, milliyetçi kesimlerden… Onların da haksızlığa karşı ortak duruşta yerini alacağı beklentisini taşıyoruz. Platformun öncüleri de onlar için “Kafamda ve vicdanımda o resimde varlar” demişti nitekim.)
Sabahattin Ali, Orhan
Yavuz, Doğan Öz, Necdet Bulut,
Abdi İpekçi, Akın
Özdemir, Cevat Yurdakul, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Sevinç Özgüner,
Kemal Türkler,
İlhan Erdost, Çetin Emeç, Turan Dursun, Muammer Aksoy,
Musa Anter, Uğur
Mumcu, Nesimi Çimen, Metin Altıok,
Behçet Aysan, Hasret Gültekin, Onat Kutlar, Yasemin Cebenoyan, Hasan Ocak, Metin Göktepe,
Necip Hablemitoğlu ve
Hrant Dink aileleri temsilcileri bir araya gelmiş, meclisteki partileri dolaşıp ortak dilekçelerini takdim etmişlerdi.
Canları yanmış, yıllardır kendi dünyasında acılarını yaşayan bu insanlar, en son bardağı taşıran Hrant Dink
cinayetinden sonra “Yeter!” demiş ve Hrant’ın eşi Rakel’in yanında yer alarak karanlıkların aydınlanması için omuz vermişlerdi…
Gerçekleri arayışın işaret fişeği
Türkiye’deki gazetecilik anlayışı kökünden değişmeye başlıyor, birilerinden korkmadan “Aa, Kral çıplak!” diyebilmenin basılı halini ve bazı hakikatlerin aydınlanması noktasında topluma işaret fişeği olmayı görüyoruz yayınlarda. Nitekim
cinayetler konusunda da tavrı böyle olmuştu bazı gazetelerimizin ve özellikle de
Taraf’ın.
06
Şubat tarihli “Guerin, Mumcu, İpekçi, Dink... Peki ya sonrası” başlıklı yazımızı bütün açık yürekliliği ile yayınlamıştı Taraf. “Bunca aydının ölümlerinden neden bir anafor oluşturulamıyor? Her cinayet, bir suç şebekesinin çökertilmesi için milada neden dönüşmüyor canım ülkemde?” diye sormuştuk Taraf’ta, nitekim buradaki köşemizde de aynı çağrıyı dillendirdik.
Ve çağrımıza
cevap çok gecikmemiş oldu.
“Toplumsal Bellek Platformu” çatısı altındaki mağdurlar bir araya geldiğinde, basının karşısına çıkıp adeta “Biz buradayız; sorumlular ve yetkililer nerede?” derken, geleceğin mutluluk resmi de ortaya çıkmış oluyordu.
Konuşacaklar şimdi konuşsun ya da ebediyen sussun!..
Hale Özgür Kıyıcı, kardeşi Taylan Özgür’ın cinayetinin
TBMM Araştırma Merkezi uzmanlarınca hazırlanan 'kozmik oda' raporunda yer aldığını hatırlatıyor. Kıyıcı, kardeşini kontrgerilla ya da Özel
Harp Dairesi'nin öldürdüğünü 41 yıldır dile getirdiklerini ama
destek bulamadıklarını anlatıyor.
Kıyıcı ayrıca, “Keşke darbecilerden korkmasaydık ve bunu 30 yıl önce başarabilseydik.” diyor.
O kadar çok kişiye iş düşüyordu ki bu 30 yıldır.
Bir haftada ikinci seferdir basının karşısına çıkan ve konuşan
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ, son seferinde “Yeter yahu” demiş, “Sabrımız taşarsa biz de konuşuruz!”
Bence de.
Artık konuşmalı.
Demokrasiye, insan haklarına ve hukuk devleti anlayışına katkı sağlama adına tam zamanı, şimdi değil de ne zaman zaten..?
Hale Özgür Kıyıcı gibi yüzlerce insanın kafasında soru işaretleri var. JİTEM’in yaptığı iddia edilen binlerce fail-i meçhul cinayetten bahsediliyor. Resmi kurumlarımızda daha bu kurumun varlığı bile netlik kazanmadı. Konuşulacak çok mevzu var bu hususta…
Özel Hareket’in hareket alanı nereye kadar? Şimdiye kadar nerelerde görev aldı? 6-7
Eylül Olayları,
Maraş-
Çorum Hadiseleri, 1
Mayıs katliamı.. Bu tür olaylarla ilgili olarak Harp Dairesi’nin adı dillendiriliyor; hakikati var mı?.. (Konuşmaktan kasıt, özel istihbarat birimlerince hazırlanmış fişlemeler ve dosyalar değildir, değil mi? Kanallara CD'ler gelmeye başlamayacak, bazı stratejik sitelere asimetrik savaş konsepti dokümanlar yansımayacak değil mi? Yok canım, değildir tabii ki! Yok yok, bunların hiç birisi değildir, yine; "Hak ve
adaletin, hukukun tesisi için gerekli bilgilendirmelerdir" diyelim biz...)
Son olarak
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesinde, dönemin
Trabzon İl Jandarma Komutanı
Albay Ali Öz'ün de aralarında bulunduğu 8
sanık, ''görevi
ihmal suretiyle görevi kötüye kullanmak'' suçundan yargılanıyorlar şuan… Bu işin aslı nedir?
Liste uzayıp gidiyor ve kamuoyu gerçekten de Başbuğ’un neler açıklayacağını merakla bekliyor.
Daha sonra gözler,
İstanbul Barosu gibi hukukçular topluluğuna çevriliyor.
İstanbul Barosu,
Ergenekon sanıklarına
avukat ayarlıyor, mahkemenin görüldüğü
Silivri Mahkemesi’ne
dolmuş seferleri düzenliyor!
Faili meçhuller için de gözler Baro’yu arıyor ve ondan adımlar bekliyor.
Hak ve yetkileri AB standartlarının gerisinde olan, duruşmada hâkim ile savcı yan yana kürsüde otururken, onların karşısında “sanıktan hallice” duran avukatların statüsünü düzeltmek için somut girişimler gerekiyor. İstanbul Barosu’ndan bu yönde girişimler bekleniyor, adalet ve hukukun tesisi adına duruşlar. Fakat meslek liselerinin
katsayı meselesi için Danıştay’ı yol ediyor Baromuz. Cinayetler konusunda da aynı azmi bekliyoruz. Tabii ki diğer barolardan ve hukukçulardan da…
Hâkimlerimiz, savcılarımız da kendisini rejimin savunucu olarak değil; adaletin tesisini sağlayan görevliler olarak görmeli. Katillere, suçlulara, ‘organize işlere’: “Burada gerçek yargıçlar var” dedirtmeli.
Basınımız; kendisine siyasi duruşlar ihdas edip, kendisine yakın gördüğü parti liderlerinin sözlerini alıp manşetlere taşıyarak karşı taraflara fırlatma döngüsünün de dışına çıkmalı artık.
Gerçeklerin, doğruların peşine düşerek, karanlık niyetlilere: “Biz buradan tezgâhımızı kaldıralım. Çünkü burada gerçek gazeteciler var, bizi âleme açık eder bunlar” dedirtmeli. Hele kendi meslektaşlarını birer birer öldürenlere dar etmeli bu ülkeyi..!
“Belki de sıra sizde..!”
Uyuşturucu mafyası tarafından öldürülen
İrlandalı gazeteci Veronica Guerin örneğinden bahsetmiştik o yazımızda... Onun öldürülmesiyle birlikte elbirliği yapan İrlanda kamuoyunun ve yetkililerin, bunu bir milada dönüştürmesini aktarmış ve: “Neden bu bizde de olmuyor?” diye sormuştuk. Toplumsal Bellek Platformu’yla, öldürülenlerin yakınları“Biz varız!” diyorlar. Ya toplumun ve devletin diğer kesimleri?
Susmak yok, sustukça sıra size de gelecektir. Milli Piyango’nun melodili sloganındaki gibi, kim bilir “Belki de sıra sizde..!”
Kurdun
boğaları yemesi hikâyesindeki gibi. Karnı acıkan bir kurt, bir boğa sürüsüne geliyor. Hepsine birden saldırsa alt olacak. Her gün diğerlerine diyor ki:
“Bakın şu boğa var ya, sizin hakkınızda böyle böyle kötü sözler söylüyor. Şimdi siz durun, ben bunun işini bitireyim.”
Onlar da bunu kabul edince, kurt her gün bir boğayı mideye indiriyor. Son boğaya sıra geldiğinde,
“Evet boğa efendi, sıra sende” diyor. Boğa da:
“Aslında, daha ilk boğayı öldürmene rıza gösterdiğimizde sıraya girmişiz de haberimiz yokmuş. Hadi buyur şimdi” demiş.
Türkiye, fail-i meçhul olayıyla ilk olarak 1948'de edebiyatçı Sabahattin Âli'nin öldürülmesiyle tanıştı ve mesele öylece kaldı...
Bundan yaklaşık 31 yıl önce Abdi İpekçi öldürüldüğünde, ona ses çıkarılmadığında, gerçek faillerinin üzerine gidilmediğinde de sıra
Uğur Mumcu’ya gelmişti… Daha sonra Musa Anter, Onat Kutlar, Yasemin Cebenoyan, Hasan Ocak, Metin Göktepe,
Necip Hablemitoğlu.. ve son halkada Hrant Dink. (Bu faili meçhuller, 17 binlere kadar çıkıyor.)
Öldürülen ister Türk, ister
Kürt, ister
Ermeni olsun.
Öldürülen ister sağcı, ister solcu, ister inançlı, ister ateist olsun…
Her kimin canına kıyılırsa diğerleri bunun önüne geçerse, haksızlığın önüne geçmenin de ötesinde, sıranın kendisine gelmesinin de önünü alacaktır. İnsanların sağı, solundan ziyade ortada “insanlık” var, buna sahip çıkalım, o ölmesin! Kurtlara, çakallara fırsat vermemek için, sürü yerine konulmamak için…
Nazım’la başladık, onunla bitirelim:
“Yaşamak bir
ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…”