Darbe olması ihtimalini sevmek...


Geçenlerde Yılmaz Erdoğan’ın ‘Sevebilme İhtimali’ isimli ezik şiirini hatırladım. Toplumda çok farklı konumlarda bulunan iki insanın aşkını anlatan şiirin son dizesi şöyledir: “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!” Burada şair, toplumda ayrıcalıklı konumdaki sevgilinin lûtfedip kendisini sevebilme ihtimali ile mutlu olmaktadır. Bu ihtimal ona güven vermektedir. Prof. Jale Parla, Babalar ve Oğullar: Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri isimli kitabında Tanzimat romancılarının (Ahmet Mithat Efendi, Şemseddin Sami, Recaizade Mahmut Ekrem ve Namık Kemal) dönemin “Batılılaşma ve yenileşme” çabaları içindeki konumunu ve onların romanlarındaki düşünsel yapıyı tartışır. 1839’dan itibaren “Tanzimat-ı Hayriyye” geleneksel Osmanlı kurum ve kurallarının “hayırlı” bir biçimde yeniden düzenlenmesini başlatmıştır. Yeniden düzenleme (tanzim etme) çabası ‘eski kurumların tamamen yerle bir edilmesi’ demek değildi. Aksine, Osmanlı’nın içinde bulunduğu sorunlara çözüm arama amacını taşıyordu. Tanzimat paşaları ve aydınları yenilikçi atılımlar için çaba harcarken, aynı zamanda değişimin sınırlarını çizmeye ve bu sınırları egemen İslam kültürünün koruyucu şemsiyesi altında Kur’an’dan âyet ve hadislerle pekiştirmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda, meşrutiyet ve anayasa arayışındaki Namık Kemal’in kullandığı “meşveret” terimini yeni Türkçeye “demokratik katılım” şeklinde tercüme etmek yanlış olur. Burada meşveret (danışma), “her kim akıl sahipleriyle meşveret ederse akıllarının ışığından aydınlanır” şeklindeki Hadîs-i Şerif’in siyasete uygulanmasından ibarettir. Özünde son derece seçkinci bir anlayıştır, cumhur (halk) ile pek ilişkisi yoktur. Prof. Parla, dönemin romancıları hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: “Roman yazarı bir yenilikçi ve reformcu olarak tavır aldı, ama vesayetçiliği her zaman yenilikçiliğinin önüne geçti. Çünkü roman yazarına göre ortada eğitilecek bir halk ile siyasi vâsisini kaybetmiş bir kültürün acil bir vâsi gereksinimi vardı.” Prof. Parla’nın mantığını sürdürdüğümüz zaman, Tanzimat reformlarının hayata geçmesi için kurumsal olarak “baba” niteliğine sahip bir padişahla, “çocuk” olarak algılanan halkın eğitilmesi için de vesayetçiliği belirgin olan, her şeyin doğrusunu bilen aydın ve yazar grubuna ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Bu noktada artık bazı temel sorular akla geliyor: 1. Saltanatın ortadan kalkması ve 1923’te cumhuriyetin ilanıyla kurulan Kemalist düzende “Baba” rolünü kim üstlenmiştir? 2. Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz 1945’ten bu yana, hâlâ ‘eğitilmeye muhtaç çocuk olarak görülen halkın’ ve onların seçtiği siyasetçilerin üzerinde ‘vâsi ve koruyucu’ olarak görülen kurum hangisidir? Aslında, bu soruların cevabı bellidir. Balyoz planında “kullanışlı” gazetecilerin listesinin yayımlanmasından sonra, listede ismi olanlar epey yıprandılar. Onların, darbeciliği veya “postal kokusundan keyif aldıkları” konusunda epey yazılıp çizildi. Bendeniz, o listede ismi olan küçük bir azınlığın bugün Türkiye’de darbe olsa zil takıp oynayacaklarını tahmin ediyorum. Fakat, listedeki herkesin darbeci olduğuna da inanmıyorum. Listedekilerin çoğu darbe olsa üzülür, fakat toplumun üzerinde ‘vâsi ve koruyucu’ rolü oynayanların bu işlevlerinin ortadan kalmasına da karşıdırlar. Vesayet rejiminin sürmesini isterler. Son dönemde ülkemizde yaşananlar, artık “baba ve vâsi” olarak kabul edilmiş kurumların bu özelliklerinin törpülenmesi anlamını taşımaktadır. “Aman, orduyu yıpratmayalım” şeklinde dile getirilen şikâyetin ardında, aslında “baba ve vâsi” olarak kabul ettikleri kurumun giderek ‘Devlet Su İşleri’ veya ‘Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ gibi bir devlet dairesi seviyesine inmesini içine sindirememe durumu vardır. Tüm varoluşlarını yukarıda özetlemeye çalıştığımız “baba” figürüne bağlayan kişiler, kendilerini “yetim ve korumasız” hissedebilirler. Babasız kalmak acı bir şeydir. Aynen Yılmaz Erdoğan’ın şiirinde olduğu gibi, o insanlar için önemli olan şey darbe olması değil, “darbe olabilme ihtimalidir”. Onlar, darbeleri değil; askerlerin darbe yapabilme ihtimalini seviyorlar. Bu ihtimal giderek ortadan kalktığı zaman da ‘bıyıkları kesilmiş erkek kedi’ gibi dengelerini kaybedip, kafayı sağa sola vurup duruyorlar. Mesele, budur!
<< Önceki Haber Darbe olması ihtimalini sevmek... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER