Deplasmanda Gaziantep
spor'a 2-0 mağlup olan
Beşiktaş futbol takımının İstanbul'a dönüşünde onları havalimanında bekleyen
taraftarlardan biri "Yaramazsınız" diye laf atmış.
Buna sinirlenen
Nihat Kahveci de "Kim yaramaz ulan" diyerek tepki göstermiş. Takım arkadaşları Nihat Kahveci'yi zorla sakinleştirmişler.
Aslında bu çok sık
tanık olduğumuz bir sahne...
Hayatlarında futbol oynamamış, gol atmamış, yememiş kişiler "Taraftar" kimliği içinde bu sporun profesyonellerine ağızlarına gelen her şeyi söylemek hakkına sahip görüyorlar kendilerini.
Üzerinden daha bir yıl geçmemiş şampiyonluğu
kutlama gösterilerinde her türlü taşkınlığı yapanlar, bir yenilgi ertesinde yöneticileri de, çalıştırıcıları da, oyuncuları da her türlü hakarete
hedef kılıyorlar. Diyelim ki bu futbolun ve futbolcunun kaderidir.
Bizim meslekte de böyle davranan "Seyirciler" yok mu sanki? Diyelim ki bir televizyon programında bir başbakana soru yöneltmek için diğer meslektaşlarınızla konuk olmuşsunuz.
Mesleğin ve nezaketin sınırları
Güncel konulara ilişkin çeşitli sorular yöneltiyorsunuz
Başbakana.
Mesleğinizin ve uygarlığın gereği olan nezaketin sınırları içinde kalarak sorularınızı ve bu soruların arasına yerleştirdiğiniz eleştirileri seslendiriyorsunuz.
Ertesi gün bu televizyon programının haberleştirildiği internet sitelerinde, okur tepkileri de yer alıyor.
Bunlardan bazıları "Böyle mi soru sorulur" çizgisinde başlayan eleştirilerini "Başbakanı susturamadılar" noktasına taşıyorlar.
Bazıları da "Çanak sorularla bu kadar olur" benzeri eleştiriler seslendiriyorlar.
Aslında gazeteciliğin ve televizyon haberciliğinin amatörleri olan bu izleyicileri anlamak kolay.
Onlar futbolun izleyicisi olan "Taraftarlar" gibi.
Eğer başbakanın partisine karşıysalar, bulundukları konumda her türlü sözü söyleyebilirler. Bu sözlerini adliyelik olacak bir ortamda söylememek şartıyla, siyasi karşıtlıklarını küfürle de açıklayabilirler.
Onlar bir televizyon programı ile bir ağır cezalık duruşmanın
sorgulama oturumu arasındaki farkı umursamayabilirler de.
Ama başbakanın konuk olduğu bir televizyon programında sorulan soruları ve cevapları irdelemek yerine "Zaten bunlar böyle sorar" diye olaya yaklaşan bizim mesleğin profesyonelleri yok mu, onların durumu gerçekten üzüntü verir insana.
Bir profesyonel
Dünkü Posta'da televizyon programlarını eleştirmekle görevli, kendisi de bir televizyon programcısı olan
Mesut Yar, cuma
akşamı Show TV'de yayınlanan "Siyaset Meydanı"nı şöyle değerlendirmişti:
- Siyaset Meydanı Özel'de (Show TV) seçilmiş gazetecilere Ulusa Sesleniş tonunda açıklamalar yaptı Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan. Dolayısıyla alıştığımız meselelerin dışında bir demeç çıkmadı ağzından.
Meslek büyüklerimiz de riske hiç girmedi zaten... Yine de ben, o heybetli ve korkusuz haliyle, yardımcısı Bülent Arınç'ın dediği gibi "Civanım" Başbakan'dan, "Çık karşıma ey
muhalif medya" demesini beklerdim... Önceki akşam demedi. Belki önümüzdeki günlerde gazetecilerin almadığı riski o alır ve kurar karşısına bir
rüya takımı... Kimler olsun derseniz, kare asım şudur: "Yılmaz Özdil,
Umur Talu, Bekir
Coşkun ve
Sabahattin Önkibar". Öyle ya, Başbakan hepimizin Başbakanı!
Mesut Yar'ın "Rüya takımı" konusunda tabii ki söz söyleyemem.
Sıraladığı isimler benim de tanıdığım, kendilerine özen gösterdiğim meslektaşlarım.
Ama söz konusu programa katılan ve benim de aralarında bulunduğum meslektaşları "Seçilmiş gazeteciler" diye nitelemesi, en azından ayıp değil mi?
Karşılaştığında "Ağabey" diye hitap ettiği meslektaşlarına karşı hangi
vücut salgısı ile
posta koymayı denedi acaba?
Bence Posta gazetesinde spor yazıları da yazmalı Mesut Yar.
Havalimanlarındaki taraftarların ruhlarına hitap ederdi...